BİR DAVRANIŞIN KÜLTÜREL OLUP OLMADIĞINI NASIL ANLAYABİLiRİZ?
Antik Yunanlıların kültüründe Sokrates ve Platon’un da ortak olduğu bir şey: Yani 40 yaşına gelmiş olgun bir erkekle henüz 10 yaşında olan, tek bir sakal teli bile çıkmamış bir çocuk arasındaki aşk, erotizm, seks ve ömür boyu süren dostluk ilişkidir. Dostluk ve çocuğun eğitimi ömür boyu sürer. Fakat seks ilişkisi çocukta tek bir sakal teli çıktığında sona erer.
Çocuğun ömür boyu eğitimine adanmış dostluk dolu bir erotik ilişkiydi. ( Michel Foucault)
Biz bu kültüre göre yetişse idik bize de bunlar normal gelecekti.
Biz bugünkü değerlere göre yetiştiğimiz için bunu anormal görüyoruz.
Kültürün zaman içinde aşama aşama değişmesiyle, belki 25. Yüzyılda antik yunan davranışları tekrar uygulanırsa bu o davranışın evrensel ancak bizim kültürümüze ters geldiği anlamına mı gelir?
Çocukla evlenmenin, insanları kurban etmenin, köleliğin, ölmesine seyirci kalmanın (Afrikada yapıldığı gibi) normal görüldüğü bir kültür de yetişse idik ister sürü psikolojisi yüzünden, ister kanıksamaktan olsun bu davranışları normal görecektik.
Bir davranışın insan doğasına uygun olup olmadığını nasıl anlayacağız?
yukarıdaki maddeler insan doğasına aykırı ise geçmişte nasıl oldu da uygulandı? Onlar insan değil mi idi?
Bir aslanın ceylan yemesi doğasına uygundur.
Bir insanın ortalama ağırlık kaldırma kapasitesi 25 kg ise bundan fazlasını taşıtmak insanın doğasına aykırıdır.
Bir insanın bünyesi maksimum 10 saat çalışmayı kaldırıyor ise insanı 10 saat'ten fazla çalıştırmak doğasına aykırıdır.
Ergenliğe girmeyen (genital anatomi ve fizyolojisi hazır olmayan) bir çocuk ile cinsel ilişki yırtılma, kanama ve enfeksiyon nedeniyle çocuğun ölümüne neden olabilir insanın bu nedenle doğasına aykırıdır(dikkat kültürüne/normuna/ahlakına demiyorum).
Not: Doğasına uygun kavramı doğru olmaya bilir. Anlatmak istediğim amacına uygun olması.
Bu gönderi evrensel etik ya da ahlak diye bilinen bir kavramın var olduğu varsayımından yola çıkıyor. Ancak evrensel ahlak diye bir kavram yok. İçinde bulunuğun şartlar altında kabul edilebilir ve edilemez şeyler var.
Her canlının iki temel amacı bulunur: A) varlığını korumak ve sürdürmek, b) üremek ve soyunu sürdürmek. Bu iki temel amaç, kaynakların yetersiz olduğu ortamlarda diğer canlılarla etkileşiminde daima çatışmalara neden olur. Ancak, özellikle enerji değerli bir kaynak olduğundan, enerji ekonomisi canlının iki temel ihtiyacından sonra gelen en önemli gereksinimdir. Kaynakların yetersizliği ve enerjinin ekonomik kullanımı ihtiyacı, canlıları bir arada yaşamaya zorlar (tür içi ve türler arası) (örneğin, içgüdülerimiz enerjinin ekonomik kullanımının zorunlu sonucudur). Tür içi ve türler arası etkileşimin zorunluluğu, canlıların genlerinde, içinde bulundukları çevrenin ve popülasyonun ihtiyacı oranında empati genlerinin kazanılmasıyla sonuçlanmıştır (ayna nöronlar). Eğer ayna nöronlar olmasaydı, karşımızdaki canlıya empati kurmamız mümkün olmazdı. Empatinin en gelişmiş halini insanda görürüz ama daha ilkel şekillerine primatlarda rastlarız (bununla ilgili çok sayıda deney var). Önce ahlak ilkelerini tanımlamalıyız: sevgi, saygı, dürüstlük, doğruluk, iyilikseverlik, fedakarlık, hakkaniyet, vb. Ahlak ilkelerini toplumsal normlarla karıştırmayalım (evlilik kurumu, giyim tarzı, iletişim ritüelleri, vb.). Toplumsal normlar toplumdan topluma değişir ve genetik değildir; doğru veya yanlış da değildir. Ancak ahlak ilkeleri doğuştan gelir, 2+2'yi hesaplamaktan daha basittir, tüm insanlarda bulunur. Örneğin, karşı cinsle (veya hemcinsinizle) herhangi bir ritüele göre sözleşme yapmadan bir arada yaşamanız, bazı toplumlarda yanlış olarak değerlendirilirken, bazı toplumlarda doğru bulunabilir. Bu tür bir tercihin ahlakla ilgisi bulunmaz. Ama eğer eşinizi aldatırsanız, ahlaksızlık yaparsınız ve yanlış bir davranıştır. Çünkü bunun yanlışlığını kavramak genlerimize işlemiştir, kültürle bunu değiştiremezsiniz. Bir toplumda çıplak gezebilir, başka bir toplumda her yerinizi örtmeniz gerekebilir. Bunun ahlakla ilgisi bulunmaz, toplumsal normdur ve toplumlar da zamanla değişim gösterebilir ve bu normlar da değişebilir. İnsanlık tarihi bunun binlerce örneğiyle doludur. Bahadır Gürel
DUYGUSAL MEMELİ CANLILAR İnsanlarda ahlakın, davranışların ve kişiliğin oluşumunda aile ortamında büyümenin önemli bir etkisi vardır. Peki, bu durum hayvanlarda da geçerli midir? Memeli anneler yavrularını öylesine severler ki kendi bedenlerini emmelerine izin verirler. Memeli yavrularsa anneleriyle bir bağ kurabilmek ve onlara yakın kalabilmek için karşı konulmaz bir istek duyar. Yaban hayattaki buzağılar, kedi ve köpek yavruları eğer anneleriyle bağ kuramazlarsa uzun süre hayatta kalamaz. Memeli yavrularının anne bakımı olmadan hayatta kalamadığı düşünülünce, anne sevgisi ve güçlü anne bebek bağının tüm memelilerin ayırt edici ortak özelliği olduğu ortadadır. Psikolog Harry Harlow bir dizi ünlü (ve akıl almaz derecede acımasız) deney yürüterek çok önemli sonuçlara ulaştı. Deneylerde bebek maymunlar doğumdan kısa zaman sonra annelerinden koparılıp küçük kafeslerde yalnız bırakıldılar. Bebek maymunlara dolu süt biberonu olan, metalden yapılmış oyuncak bir anne modeliyle, üzerine yumuşak kıyafetler giydirilmiş ancak biberonu boş olan bir anne modeli sunulduğunda bebek maymunlar açlık pahasına bir parça beze sarılmayı tercih ettiler. Bebek maymunlar, John Watson ve Infant Care uzmanlarının anlayamadığı bir şeyi bilmektedir: Memeliler sadece yemekle yaşayamaz, duygusal bağlara da ihtiyaç duyarlar. Milyonlarca yıl önce evrim maymunları karşı konulamaz bir duygusal bağ kurma isteğiyle programlamıştır. Bunun yanında evrimin genlerimize kazıdığı kodlar yüzünden, duygusal bağların genelde soğuk metal nesnelerle değil yumuşak tüylü şeylerle kurulabildiğini varsayarız. (Aynı sebeple küçük çocuklar da kesici aletler» taşlar ya da ahşap bloklar yerine oyuncak bebeklere, battaniyelere ya da kokuşmuş eski paçavralara bağlanırlar.) Harlow’un denek maymunlarının duygusal bağ kurma ihtiyacı o kadar güçlüdür ki onları besleyen metal parçasını bir kenara bırakıp, bu ihtiyaçlarını karşılayabilecek gibi duran tek nesneye, kumaştan yapılmış modele yönelirler. Ne var ki bez parçasından yapılmış anne de ihtiyaçlarına cevap veremez ve minik maymunlar sürekli psikolojik ve sosyal sorunlar yaşayan nevrotik ve asosyal yetişkinlere dönüşürler. Sahip oldukları her türlü olanağa rağmen oyun oynamasını bir türlü beceremeyen bu yavrular, sürekli olarak oldukları yerde sallanmakta, yerlerde sürünmekte, sadece hastalık niteliğinde ritmik tekrarlayan hareketlerde bulunmaktadır. Bunların devamlı olarak parmaklarını ya da başka bir yerlerini emdikleri, umursamadan kendilerini yaralayabildikleri, zaman zaman kendilerine ve etrafındakilere karşı saldırgan olabildikleri saptanır. Bu yavruların genellikle çok ses çıkarmadıkları, ya da hırlamaya, ulumaya benzeyen seslerin ardındaki motiflerin pek sezinlenemediği belirtilmiştir. Araştırıcı bu bulduklarını, uzun süre hasta hanelerde, bakımevlerinde kalan çocukların gösterdikleri davranış bozuklukları ile oranlayarak aralarındaki önemli benzerliği göstermiştir. Ve ayrıyeten bu yalıtılmış maymunlardaki bulguların, çevresiyle çok bağlantı kuramayan otizm hastası çocuklardaki bulgulara çok benzediği söylenebilir. [Teber S. (1975). Davranışlarımızın Köken] Uzmanlar bir çocuğun ZİHİNSEL ve BEDENSEL gelişiminin yemek, barınak ve ilaç gibi temel gereksinimlerin yanı sıra DUYGUSAL ihtiyaçlarının karşılanmasına BAĞLI olduğunu belirtmektedir. FEDAKAR, EMPATİ(DUYGUDAŞLIK) KURAN CANLILAR Empati yapabilmek insanı insan yapan en önemli yeteneklerden biridir. Bu yetenek insanlar arasında sınırlı kalmaz ve hayvanlara yönelik de kullanılabilir. 1959 yılında, Russel Church “Diğerlerinin Acılarına Karşı Farelerin Verdiği Duygusal Tepkiler” başlıklı bir makale yayımlamıştır. Kollu bir pres (baskı) ile yiyecekleri almaları için fareler eğitilmiş, içlerinden birinin kollu presi kullandığında komşu bir farenin acı çektiğini fark ettiği ve bu hareketi yapmayı bıraktığı gözlemlenmiştir. [ Frans De Waal (2014). Empati Çağı] Fare yemek yerine arkadaşının acı çekmemesini tercih etmiştir, bu tutum empatinin ya da daha sofistike bir davranışın göstergesi olabilir. Dale Langford tarafından yapılan deneyde şeffaf cam tüplere konulan farelerin birine seyreltilmiş asetik asit içirilmiştir – araştırmacıya göre bu asit sadece bir karın ağrısına sebep olmaktadır. Asidi yutan fare duyduğu rahatsızlıkla gerinme hareketlerine başlamış ve bunu izleyen farelerden sadece acı çeken fare ile birlikte yaşayanlar acıyı kendisi hissediyormuş gibi daha duyarlı hale gelmiştir. Yabancı fareler ise bu durumdan etkilenmemiştir.[ Frans De Waal (2014). Bonobo ve Ateist] SEVDİKLERİNE BAĞLI KALAN CANLILAR Johan ve Rafia adlı iki karga hayatlarının büyük bölümünde aynı kafeste yaşamışlardır. Bir gün Rafia kafesten ayrılmış, geride kalan Johan sonraki günlerini inleyerek ve göğü tarayarak geçirmiş, birkaç hafta sonra ölmüştür. Bir başka örnek ise yaşlı bir kedi olan Diego ve genç sevgilisi Sarah’ın durumudur. Bu iki kedi yaklaşık 10 yıl boyunca yakın bir yaşam geçirmiş, Diego yaşlılık nedeniyle öldükten sonra Sarah genç ve sağlıklı olmasına rağmen yemeden kesilmiş ve iki ay sonra ölmüştür. Hayvanlar, sevgi, iyilikseverlik, fedakârlık gibi ahlak anlayışına sahip duygusal ve empati kuran canlılardır. İNSANLARDA AHLAK Yale Üniversitesi Çocuk Bilişsel Kavrama Merkezi'nde yapılan bir araştırma, 3-6 aylık bebeklerin yardımsever olan ve olmayan insanlar arasındaki farkı anlayabildiğini gösteriyor. Halen devam eden araştırmaya katılan bebeklerin yüzde 75'inin, yardımsever insanları tercih ettiği belirtiliyor. Araştırmada, 3-6 aylık bebeklerden, farklı davranışlar sergileyen kuklalar arasında seçim yapması isteniyor. Kuklalardan yardımsever olanlar, oyuncak dolu bir kutuyu açmaya çalışan bir başka kuklaya yardım ediyor. Kötü davranış sergileyen kuklalar ise kutuyu açmaya çalışan kuklanın işini daha da zorlaştırıyor. Sahneyi izledikten sonra bir seçim yapması istenen bebeklerin, yardımsever kuklaya doğru uzandıkları görülüyor. Araştırmayı yürüten Dr. Karen Wynn, kollarını hareket ettiremeyen, yaşça daha küçük bebeklerin bile yardımsever kuklaya daha uzun süre bakarak tercihini iyiden yana kullandığını ifade ediyor. Ön yargısız bir şekilde seçim yapılması istenildiğinde bebekler tercihlerini yardımsever insanlardan/kuklalardan kullandığı gözlemlenmiştir. ::: Peki, eğer insanlar doğuştan ahlaklı ve güzel davranışları getiriyorlarsa, evrendeki tüm bu şeytani ve kötü davranışlar nereden geliyor? Yine Yale üniversitesinde yapılan araştırmalara göre: Yetişkin insanlar birçok şeyi kendilerine benzeyen insanlarla paylaşma eğilimindeler. Bebeklere kraker veya kahvaltılık gevreklerden hangisini tercih ettiği soruluyor. Krakeri seçen bebeğe bu sefer kendisinden krakeri seçen bir kukla ile gevreği seçen bir kukla arasında seçim yapması isteniyor. Bebek kendisi gibi krakeri seçen kuklayı istiyor. Peki, kendileriyle aynı seçimi yapmayan kuklaya karşı tavırları olumsuz mu? Tekrar kuklalardan yardımsever olanlar(gevreği seçen), oyuncak dolu bir kutuyu açmaya çalışan bir başka kuklaya yardım ediyor. Kötü davranış sergileyen kuklalar(krakeri seçen) ise kutuyu açmaya çalışan kuklanın işini daha da zorlaştırıyor. Sahneyi izledikten sonra bir seçim yapması istenen bebeklerin %87’si bu sefer yardımsever kuklaya değil kendisi gibi krakeri seçen kuklaya uzandıkları gözleniyor. Bu şunu gösteriyor, kendi lehine bir ön yargı var. Benim gibi düşünen, benimle aynı tadı alanlara karşı oluşmuş olumlu bir tavır. Kendimize benzeyen insanları(kötüde olsa) tercih etme eğilimindeyiz. Yetişkin insanlar birçok şeyi kendilerine benzeyen insanlarla paylaşma eğilimindedirler. Bizden farklı gördüğümüz insan gruplarına karşı önyargılıyız. Biz gerçekten bazı yönlerden iç karartıcı ve bazı yönlerden de etkileyici ahlak davranışlarıyla hayata başlıyoruz. Çocuklara oyunda kendilerine kaç tane jeton alacaklarına, buna karşın diğer çocuklara kaç jeton verilmesi gerektiğine karar vermesi isteniyor. Çocuklar burada bencil davranıp kendilerine daha fazla jeton almayı tercih ediyor. Ancak çocuklar büyüdükçe 8 yaşlarında bu defa eşitliği seçmeye başlıyorlar. 9 ve 10 yaşlarında ise diğer çocuğa kasten daha çok jeton verildiği gözleniyor. Bu durum eğitildiklerinden dolayı kaynaklanıyor. Çocukların içlerinde olmasını istediğimiz tüm erdemli davranışlarla doldurabiliriz. Bizler bazı kötü davranışlarımızı önyargı ve bencilliklerimizi yumuşatmayı öğrenebilecek yeteneğe sahibiz. Kaynak: https://www.youtube.com/watch?v=Z4eGJq0rjw0 Bu deneyden çıkan özet kısaca, Fedakârlık, adalet, doğruluk, iyilikseverlik, sevgi, saygı vb. Ahlak ilklerimiz doğuştan/fıtri olarak tüm insanlarda bulunmaktadır. Ancak önyargılarımız(spor, din, siyaset, duygu vb. Benzerlikler) devreye girdiğinde bencillik, bağnazlık, kötülük, düşüncesiz, çıkarcı vs. Olabiliyor tarafsız değerlendirme yapmayabiliyoruz. Bu deneydeki istatistiklere göre önyargılarımız devreye girdiği zaman(eğer eğitimsiz isek) ahlaksızlığımız daha baskın gelmektedir. Bu karışımı içgüdüsel olarak içimizde barındırıyoruz. Eğitimle bu yönlerimizi daha da geliştirebiliyoruz. Ahlak doğuştan gelen, genlerimize işlemiş kültürle değişmeyen davranışlardır. İnsanın yalnızken de toplum içindeyken de sergilediği davranışlardır. Örneğin, eşinizi(ailenizi) aldatırsanız, ahlaksızlık yaparsınız ve yanlış bir davranıştır. Çünkü bunun yanlışlığını kavramak genlerimize işlemiştir, kültürle değişmez. TOPLUMSAL NORMLAR Toplumsal normlar toplumdan topluma değişir ve genetik değildir; doğru veya yanlış da değildir.
Ergün Sülek evrensel ahlak diye bir şey yoktur. Eğer evrensel ahlak olsaydı farklı zamanlarda farklı ortamlarda gelişen toplumlar tamamen aynı kuralları geliştirirdi. Ancak tamamen farklı ortamlarda yaşayan toplumlar farklı kurallar geliştiriyor. Ada topluluklarında kaynak az olduğu için yamyamlık olayının normal karşılanması buna bir örnek.
C Caner Dukkanci Hocam bu bahsettiklerinize zaten ahlak değil toplumsal norm olarak isimlendiriyoruz.
Ne dediğimizin bir önemi yok. İnsanların her durumda uyduğu evrensel bir kural dizisi yok, önemli olano. Yani olay tamamen göreceli bir durum.
Evet, kural olan şey zaten evrensel olamaz. Ahlak dediğimiz ise doğuştan gelen yemek yemek kadar doğal, gözümüze biri çubuk yaklaştırdıkça nasıl refleks olarak gözümüzü kapıyorsak karşımızda acı çeken biri gördüğümüzde empati genimiz devreye giriyor ve ona acıyoruz, duruma göre yardım ediyoruz. Hani yemek yedikten sonra onun midede ne gibi işlemlerden geçtiğini zerre kadar önemsemiyorsak ama o yemeği yediğimiz lokantadan tutun çatalı bıçağı tutuş biçimimizden tutun yemek yerken uyguladığımız seremonilerden tutun bu yemek yemek gibi basit bir biyolojik olayı bile karmaşık kurgusal bir ritüele dönüştürebiliyoruz. Maalesef ahlak kavramını da bu şekilde gereksiz karmaşalara meze yapıyoruz.
Öncelikle empati yeteneği ahlak ile eş anlamlı değil, çünkü bu yeteneği sadece kendimize eş gördüğümüz ya da değer verdiğimiz canlılara gösteriyoruz. Ayrıca evrim hayatta kalma şansı en yüksek olan bireyin lehine işler. Eğer kısıtlı kaynakların olduğu bir durumda kaynakları tüketmek konusunda size rakip olan insanları öldürmeniz gerekiyorsa bu durum sizin dahil olduğunuz grup tarafından tamamen doğal karşılanır. Savaş kavramı buna en güzel örnek.
yukarıda ne denildi: Her canlının iki temel amacı bulunur: A) varlığını korumak ve sürdürmek, b) üremek ve soyunu sürdürmek. Bunlarda empati geni gibi doğuştan gelmektedir. Genler arası çatışma olduğunda hayati olanı seçmemiz de yine genimizde var. Örnek: Yer altında iki kişiyiz bir hortum var. Psikolojik baskı ve ölüm korkusu nedeni ile empati geni pasifleşir. Bu durumda varlığını korumak ve sürdürme genimiz daha baskın gelir. Genler çatıştığında en temel gen her zaman baskın gelir.
Ahlak kavramı genel olrak bir kimsenin sahip olduğu o topluma faydalı özellikler. Eğer bir toplumun devam edebilmesi için yalan çok gerekli bir özellikse yalan söylemek ahlaklı olmanın bir parçası oluverir. Ve yalan söyleyen insanlar daha çok tercih edileceğinden insanlar o yönde evrilir.
"Ahlak kavramı genel olrak bir kimsenin sahip olduğu o topluma faydalı özellikler." Ben bu tanımı kabul etmiyorum ki. Bu tanım normdur. Ben birisine acıyıp iyilik yaptığımda topluma faydalı olayım diye değil içimden geldiği için yapıyorum.
Ahlak tanımı da sorunlu işte. Fizik kanunu değil ki herkese göre aynı olsun.
Güzel noktaya parmak bastınız sorun belki de bizim onu tanımlamaya, bir kural koymaya çalıştığımızda çıkıyor. En basit, yalın hali ile içimizden gelen davranıştır diyebiliriz.
Ergün Sülek Birini öldürmek içinden geliyorsa bu tanıma göre o da ahlak oluyor işte. Kültür diye olayı ayırmanın bir anlamı yok, kültür de ahlak kanunları da bir topluluğun içinde bulunduğu şartlara göre şekilleniyor.
Ergün Sülek, C Caner Dukkanci, degerli hocalarim Freud'un Totem ve Tabu' sunda ve Engels' in Ailenin, ozel Mulkiyetin ve Devletin Komeni kitaplarinda Endonezya, Avustralya, Kuzey ve Guney Amerika ve birkisim Afrika yerlilerinde ilkel komunal toplum evresinde ortak coklu evlilik yapilarinin oldugu gorulmus, ayni sekildede ahlaki dedigimiz ensest iliskilere karsi birbirinden ha ersiz olarak ortak ahlak kurallari, yasaklari konmus ve siddetle engellenip cezalar konmustur. İnsan temelinde cok eslidir. İnsanligin toplumsal gelisimine baktigimizda ilk olarak tek esliligin ozel mulkiyetle beraber miras hukukunun analik hukukundan cikip babalik hukukuna gecisini ve mulkiyetin disari gitmemesi icin tek esliligin roma hukukuna konularak yeni kanun ve kurallarin kondugunu biliyoruz. Yani tek eslilik mulkiyetle beraber ortaya konmus ve buna gore yasantimiz aile yapimiz gunumuzdeki halini almistir. Bu noktada insan tek eslidir bu evrimsel genetigimizde vardir ahlaktir tersi ahlaksizliktir buda toplumsal norm degildir diyebilirmisiniz? Keza romanin ilk donemlerinde tek eslikigin cikmasindan sonra erkek ve kadin cogunluk erkek cok eslilik hayatini yasamaya devam etmistir bunun adinada ask denmistir. Burdan hareketle ask ahlaksizliktir duyebirmiyiz? Engels bu konuda eger erkek ve kadin gercek anlamda mulksuz ve esit konumda gercek anlamda birbirlerini isterlerse iste o zaman cikarsiz menfaatsiz iliskinin adi ask olabilir demistir. Bu konularla alakali goruslerinizi merak ediyorum...
C Caner Dukkanci Birini öldürmek içimden gelmesi için onunla bir ilişki kurmam gerekiyor. Öldürme planı yapmam gerekiyor. Hiç tanımadığım birini ölmek üzeri iken reflex ile kurtarıyorum, tıpkı gözüme bir nesne yaklaştığında reflex olarak gözümü kapattığım gibi. Bu yanlış anlamanın önüne şöyle geçeyim, ahlak düşünülmeden, planlanmadan reflex ile içimizden geleni yaptığımız davranıştır.
özgür Ensest ilişkiyi yasaklayanlar olduğu gibi uygulayanlar da vardı, özellikle orta çağda soylular arasında gücü rakip aileler ile paylaşmamak için ensest uygulandı. Yani evrensel ahlak diye bir şey yok ortada, eğer gerçekten evrensel olsaydı ensest hiç var olmazdı. Gene çok eşlilik olayından verdiğiniz örnek de bu yönde bir kanıt sayılabilir. Poligaminin önceden uygulanan bir şey olmasına rağmen sonradan ahlak dışı sayılması evrensel ahlak olmadığının kanıtı.
Ergün Sülek ahlak refleks olamaz çünkü ahlak insanlar arasındaki ilişkileri düzenlemek için gelişmiş belli yazılı olmayan kurallara bağlı davranışlardır. Sevgi, saygı, dürüstlük, doğruluk, iyilikseverlik, fedakarlık, hakkaniyet, gibi davranışlar kendiliğinden ortaya çıkmaz. Örnek olarak bir insan konuşmadan önce ne söyleyeceğini tarttıktan sonra doğru söyleyip söylemeyeceğine kadar verir.
C Caner Dukkanci ilkel komunal toplumlarin birbirinden bagimsiz kendi iclerindeki ensest yasaklar koymalarini, bunu tabu yapmalarini evrensel olgu olarak gormuyormusunuz? ozel mulkiyete dair ortacag bilincli, cikarci analyisla bikac yerde gozuken ensest evliligi evrenselligi bozar curutur diyorsunuz. Bunu pek anlayamadim ben. ozel mulkiyet olmasaydi toplumlar bu koleci, feodal, modern toplumsal sureclerden gecmeseydi insanlik hala cok evliligi yasamayacakmiydi?
Özgür Babayev şu an pek çok ülkede birden fazla insanla evlenmek de yasak, tek eşlilik evrensel ahlaktan mı kaynaklı? Hayır.
C Caner Dukkanci yok hocam cok evlilik ve ensest yasaklar evrensel bence...
Özgür Babayev bir şeyin evrensel olabilmesi için herkes tarafından her zaman uygulanması lazım. Her iki örnek de açık bir şekilde farklı zamanlarda farklı gruplar tarafından normal olarak kabul görmüş.
Genlerin ensest ilişkiye karşı çözümünü en iyi anlatan kitap, 1800'lerde ömrünü ilkel kabileleri incelemeye adayarak atalarımız hakkında önemli tespitler yapmış olan George Frazer'ın "İnsan, Tanrı ve Ölümsüzlük" kitabıdır denilebilir. Çocuğunun babası olduğu olgusunun bilincinde olmayan ilkel dönem insanında dahi, içgüdüsel olarak en seste karşı önlemler var (bu, sosyal hayvanlarda da var). Aslında ahlak ilkeleri açısından en sestin doğruluğu veya yanlışlığı söz konusu olmasa bile, soyun devamı açısından sorunlu olduğundan (popülasyon içi gen çeşitliliğini azaltma, zararlı genlerin baskınlaşarak etkinleşmesi vb.). özelLİKLE bir arada yetişme en önemli koruma (aynı ortamda büyümüş olması kardeşleri, anne-babayı koku, ten, vb. Nedenlerde en seste karşı koruyor). Bunun tam tersine; ayrı yetişme, örneğin iki kardeşin farklı ailelerde yetişmesi, bu korumayı sağlamadığından en seste yatkınlaştırıyor. Sonuçta insanoğlu yüce bir varlık değil; evriminin bir ürünü.
Toplumsal norm içinde bulunduğumuz kültüre göre şekillenir. Gelişmemiş toplumlarda toplumsal norm kavramı daha çok otoritenin benimsettiği bir davranış şekli olarak görülür. Bu yüzden insanlar kimse yokken kırmızı ışıkta geçmeyi olağan kabul eder, çünkü otorite ortalarda gözükmüyorsa kurallar geçerli değildir mantığı hâkimdir. Aynı zamanda bir davranışta bulunurken, aynı davranışın kendisine nasıl döneceğini de hesap eder. Daha gelişmiş toplumlardaysa toplumsal norm kuralları otorite baskısı veya çıkarlar için benimsenmez. Gerektiğinde işe yaramayan ya da düzeltilmesi gereken kısımlar "zorla" dahi olsa düzeltilir. Çünkü otorite eleştirilebilirdir ve toplumsal normlar çıkarlarımız için değil insanlık için gereklidir. OTORİTENİN/İKTİDARIN BENİMSETTİĞİ TOPLUMSAL NORMLARA ÖRNEK Hammurabi Kanunları, Babil toplumunun düzeninin tanrılar tarafından belirlenmiş evrensel ve ebedi adalet ilkeleri temelinde olacağını öne sürer. Buna göre çocuklar bağımsız bireyler değil, ailenin mülküdürler. Dolayısıyla eğer bir üstün erkek başka bir üstün erkeğin kızını öldürürse katilin kızı ceza olarak öldürülür. Katile ceza verilmeyip suçsuz kızının öldürülmesi bize garip gelebilir, ama Hammurabi ve Babilliler bunu gayet adil buluyorlardı. Eski toplumun çoğunda (Türkler hariç) kadınlar erkeğin malıydı, genellikle de babalarının, kocalarının ve erkek kardeşlerinin. Çoğu yasal sistemde, tecavüz mülkiyet hakkının ihlali olarak değerlendirilirdi. Başka bir deyişle, kurban tecavüze uğrayan kadın değil, ona sahip olan erkekti. Tecavüzcü, kadının babasına veya erkek kardeşine parasını ödeyerek kadının mülkiyetini kendi üzerine alıyordu. Eski Ahit(Tevrat) şöyle buyurur: "Bir adam nişanlı olmayan bir bakireyle karşılaşır, onu ele geçirip onunla yatarsa ve bu kişiler bulunursa, kadınla yatan adam kadının babasına 50 şekel değerinde gümüş vermelidir, böylelikle kadın onun karısı olur." (Deuteronomu, 22:28-29). Eski İbraniler bunu mantıklı bir düzenleme olarak görüyordu. Toplumsal normlar her zaman kendilerine fayda sağlayan davranışları kural haline getirmezler. caner hocanın söylediği gibi, orta çağda soylular arasında gücü rakip aileler ile paylaşmamak için ensest evlilikler buna örnektir. TOPLUMA VE BİREYE ZARARLI DAVRANIŞLAR NASIL OLUYORDA TOPLUMSAL OLARAK BENİMSENİLİYOR? Psikoloji bilimine göre sürü psikolojisi; bir yığın kurallar ve koşullar dizisiyle temellenmiş belirli inançların, bir grup, topluluk, ülke vs.’nin insanları arasında yayılmasına verilen addır. İnsanlar yanlış yaptıklarını bildikleri halde kitleye uyarak yanlış yapmaktan çekinmezler. Toplum, davranışlarımız ve düşüncelerimiz üzerinde sandığımızdan çok daha belirleyicidir. Çoğu zaman davranışlarımızı, çevrenin tepkisine göre kısıtlar ya da çevrenin tepkisini alabilecek davranışlar içerisine girmekten kaçınırız. “Kitle içinde bulunan birey, sadece çokluğun, sayı fazlalığının verdiği bir duygu ile, tek başına olduğu vakit frenleyebileceği içgüdülerine kendisini terk ederek yenilmez bir güç kazanır. Bir toplulukta her duygu, her hareket sirayet edicidir.”[ LE BON, Gustave: Age, s. 26] Örneğin bireysel olarak bakacak olursak Japonlar çok utangaç insanlardır. Ancak toplumsal olarak penis festivali düzenlemekten utanmazlar. OTORİTE VE İTAAT KÜLTÜRÜNE BAKIŞ: MİLGRAM DENEYİ Milgram deneyi, insanların otorite sahibi bir kişi veya kurumun isteklerine, kendi vicdani değerleriyle çelişmesine rağmen itaat etmeye ne ölçüde istekli olduklarını ölçme amacını güden bir deneyler dizisinin genel adıdır. Milgram’ın ilk deney dizisinde öndeneklerin %65’inin (40 öndenekten 26’sının) deneydeki en yüksek gerilim olan 450 voltu, her ne kadar epey huzursuzluk hissetmiş olsalar da, uyguladıkları görüldü. Hepsi deneyin bir noktasında durup deneyi sorgulamış, hatta bazıları kendilerine ödenen parayı geri vereceklerini söylemişlerdi. Katılımcılardan hiçbiri 300 volt seviyesinden önce şok uygulamaktan tereddütsüzce vazgeçmedi. Deneyin çeşitlemeleri daha sonra Milgram’ın kendisi tarafından ve dünya genelinde farklı psikologlarca gerçekleştirildi; sonuçlar birbirine yakındı. Bu çeşitlemelerle deneyin özgün sonuçlarının onaylanmasına ek olarak deney düzeneğindeki değişkenlerin etkileri de ölçülmüş oldu. Bu deneyin en önemli göstergelerinden birisi, sistemin bir vidası bile olamayan İŞLEVSİZ bireyin, otoritenin yönlendirmesiyle her şeyi nasıl kolayca -istemeden bile olsa- yapabileceğini göstermesidir. Bunun gerekçesi de şöyledir: “Ben bana söyleneni yaptım. Benim kişisel bir sorumluluğum yoktur.” İşte birey yapılanlardan böylece sıyrılmaya çalışır, tıpkı Nazi askerlerin, subayların sonradan yapmaya çalıştıkları gibi. Birey bu koşullarda her gün çalışmaya devam ederse artık kişiliği de değişecek, bir makine kadar duygusuz bir şekilde, belki de sadistçe kendisinden istenenleri harfiyen uygulayacaktır. Aynen Nazilerin yaptığı gibi. Amaç her şeyden öne çıkacak ve birey artık elindeki gücü isteyerek kullanacaktır. https://www.matematiksel.org/suru-psikolojisi-suruye-katilmayi-tercih-ederiz/
İnsanlarda içgüdüsel olarak enseste karşı bir önlem olduğuna dair bir kanıt yok. Hayvanlarda ise olay koku alma duyusunun güçlü olması ile alakalı. Ayrıca ensest ile üreyen canlı türleri de var, yani evrimsel açıdan da çok büyük bir sorun değil. İnsanda buna karşı olan tutum ahlak ile ilişkili, biyolojik sorunlar tuzu biberi.
C Caner Dukkanci Bunun ahlak ve iç güdü ile pek ilgisi olmadığını belirtim zaten hocam.
Milgram deneyini tekrar okuyun çünkü söyledikleriniz hatalı. Milgram deneylerine katılanların büyük çoğunluğu bazıları ufaktan dirense de denileni yaptılar ve deneğe elektrik verdiler.
Toplumsal kültür ahlak kuralları ile şekillenir.
Ayrıca milgram deneyleri otoriteye itaati inceler ve bu durum her canlı türünde görülebilen bir durum. Kültür ile sınırlı bir olgu değil.
C Caner Dukkanci Evet hocam, denilenleri istemeyerekte olsalar yaptılar ben aksini ifade etmedim ki zaten. Sürü psikolojisi dediğiniz gibi kültürle sınırlı bir olgu değil. Toplumsal normlar otorite tarafından belirlenirse toplum ona göre hareket eder. Bu norm bireyin, toplumun çıkarını gözetmeyebilir ancak toplumsal norm olarak benimsenir. Toplumsal kültürler her zaman ahlak kuralları ile şekillenmez. Otoritenin benimsettiği normlara örnek kölelik, pedofili. Bu konuda tunç hocamdan bir alıntı yapayım. "Pedofilinin eski zamanlarda kabul görüyor olması, daha ziyade eğitim alarak sosyal hiyerarşide yükselmekle ilgili. Benzer bir uygulama Katolik Kilisesi'nde benzer nedenlerle uzun süre devam etti. Buradan çıkarılacak genel ders, insanların koşullara göre hiyerarşilerde yükselmek için bazı bedelleri ödemeye (veya çocuklarına ödetmeye), hatta suç işlemeye hazır oldukları. Belli ki bedeli ödemek, uzunca bir süre ahlak anlayışına baskın gelmiş, çünkü eski zamanlarda eğitimli olmak, tarlada çalışmaktan kurtulmak anlamına geliyordu. Zamanla kölelik, kadınların mülk edinememesi, çocuk işçiliği gibi zorunluluktan kabul gören uygulamalar da çeşitli baskılarla terk edildi. En önemli gelişme, eşit vatandaşlık ve herkesin can güvenliğinin garanti edilmesiydi"
C Caner Dukkanci " ahlak refleks olamaz çünkü ahlak insanlar arasındaki ilişkileri düzenlemek için gelişmiş belli yazılı olmayan kurallara bağlı davranışlardır. Sevgi, saygı, dürüstlük, doğruluk, iyilikseverlik, fedakarlık, hakkaniyet, gibi davranışlar kendiliğinden ortaya çıkmaz. Örnek olarak bir insan konuşmadan önce ne söyleyeceğini tarttıktan sonra doğru söyleyip söylemeyeceğine kadar verir." Şöyle açıklayayım, caı çeken birine iyilik refleks olarak içimizde doğar ancak planlamayı daha sonra yaparız. Hayvanlardaki bu davranışları nasıl açıklıyoruz? 2010’da bilim insanları alışılagelmedik bir dizi dokunaklı fare deneyi yürütür. Bir fareyi küçük bir kafese kapatıp kafesi daha geniş bir hücreye yerleştirir ve başka bir farenin hücrede serbestçe dolaşmasına izin verirler. Kafesteki farenin sıkıntı uyaranları yaymaya başlaması özgür farenin de kaygı ve gerginlik belirtileri göstermesine neden olur. Serbest fare pek çok kez tutsak dostunu kurtarmaya çalışır ve birkaç denemeden sonra kafesi açıp tutsağı özgür bırakmayı başarır. Araştırmacılar aynı deneyi, hücreye bir parça çikolata bırakıp tekrarlarlar, özgür fare artık tutsağı kurtarmak ya da çikolatanın keyfini tek başına sürmek arasında seçim yapmalıdır. Birçok fare önce dostunu kurtarmayı sonra çikolatayı paylaşmayı tercih eder (tabii az sayıda farenin sanki bazı farelerin daha kötü huylu olduğunu bizlere göstermek ister gibi, bencil davrandığı da olur). [1.B. A. Bartal, J. Decety veP. Mason, “Empathy and Pro-Social Behavior in Rats”, Science 334: 6061 (2011)] 3-6 aylık bebeklerin önyargısız bir şekilde seçimlerinin iyilikten yana olmasını. https://www.youtube.com/watch?v=RPMMdqQ31fU
Benim karşı çıktığım nokta ahlak ile kültürü ayırıp bütün suçun kültürde olduğunu ima etmeniz. Bu şekilde size göre bireyler evrensel ahlak gereği iyi doğuyorlar ancak toplum onları sonradan bozuyor. Bu hatalı bir yaklaşım. Toplum bireylerden oluşur ve bu bireylerin sahip oldukları ahlak da nasıl davranacaklarını etkiler. Evet, kültür de bir insanın sahip olduğu değerleri etkileyebilir ancak bütün suçu kültüre atmak doğru olmaz. Çünkü hiçbir kültürel ögeye maruz kalmayan biri bile ahlaksızlık olarak değerlendireceğiniz şeyler yapabilir. Çünkü evrensel ahlak diye bir şey yoktur.
Ayrıca attığınız linklerin çoğu konu ile alakasız şeyler. Son linki inceletecek olursanız çocukların bir kısmının kötü karakteri desteklediğini görürsünüz.
O araştırma insanların çoğu iyi diyor, hepsi iyi demiyor yani. Bir kısmı kötü karakteri seçtiği için aslında o çalışma evrensel ahlak diye bir şeyin olmadığını gösteriyor.
C Caner Dukkanci "Son linki inceletecek olursanız çocukların bir kısmının kötü karakteri desteklediğini görürsünüz. Araştırma insanların çoğu iyi diyor, hepsi iyi demiyor yani. Bir kısmı kötü karakteri seçtiği için aslında o çalışma evrensel ahlak diye bir şeyin olmadığını gösteriyor." Önyargısız olarak seçim yaptığında diye belirttim zaten hocam. Ancak önyargılarımız(spor, din, siyaset, duygu vb. Benzerlikler) devreye girdiğinde bencillik, bağnazlık, kötülük, düşüncesiz, çıkarcı vs. Olabiliyor tarafsız değerlendirme yapmayabiliyoruz. Bu deneydeki istatistiklere göre önyargılarımız devreye girdiği zaman(eğer eğitimsiz, deneyimsiz isek) ahlaksızlığımız daha baskın gelmektedir. Bu karışımı içgüdüsel olarak içimizde barındırıyoruz. Eğitimle, deneyimle bu yönlerimizi daha da geliştirebiliyoruz. Ahlak doğuştan gelen, genlerimize işlemiş kültürle değişmeyen davranışlardır. İnsanın yalnızken de toplum içindeyken de sergilediği davranışlardır. Evrensel ahlak olduğunu tek bir davranış ile ortaya koyabiliriz. Örnek, bir kişi kör ve iki adım daha atarsa uçurumdan düşeceğini gören herkes (ğer başka bir etken yoksa) ona yardım eder. Sadece bir örnek evrensel ahlakın olduğunu gösteriyor. "Benim karşı çıktığım nokta ahlak ile kültürü ayırıp bütün suçun kültürde olduğunu ima etmeniz. Bu şekilde size göre bireyler evrensel ahlak gereği iyi doğuyorlar ancak toplum onları sonradan bozuyor." Benim de karşı çıktığım otorite/iktidar tarafından benimsetilen normların ahlak olarak gösterilmesi. "Toplum bireylerden oluşur ve bu bireylerin sahip oldukları ahlak da nasıl davranacaklarını etkiler. Evet, kültür de bir insanın sahip olduğu değerleri etkileyebilir ancak bütün suçu kültüre atmak doğru olmaz" Ahlak yukarıda da söylediğim gibi yemek yemek kadar basit bir şeydir. Bu basitlikten uzaklaştırıldığı, komplex hale getirildiği anda orada ahlaktan değil toplumsal normdan bahsedebiliriz. yukarıdaki örneği ele alalım: On kişi kör, sağır ve iki adım daha atarlarsa uçurumdan düşeceğini gören biri (eğer başka bir etken yoksa) onların hangisine yardım eder? Birini seçmesi diğerlerini düşünmediği, önemsemediği anlamına gelir mi? Burada bir kriter sıralaması yaparsak bu artık ahlak değil toplumsal norm olur. Yani, ahlak en fazla bir kaç kişi arasında cereyan eden bir davranıştır daha fazlası olduğu zaman ahlak değil, toplumsal norm olarak isimlendirmemiz gerekir.
yukarıda verdiğiniz örnekler üzerinden gidelim. Öncelikle bir şeyin evrensel bir kural olduğunu iddia edebilmeniz için ilk olarak her birey tarafından kabul gören bir durum olması lazım, ikincisi ise zaman içinde değişmemesi lazım. Hem fare deneyinde hem de çocuklar ile yapılan deneyde açık bir şekilde tüm bireyler yardım etmeyi seçmiyor, ve zaman içinde çok eşlilikten tek eşliliğe geçmemiz ve çok eşliliğin şu an ahlakızlık sayılması da ahlak kavramının zaman içinde değiştiğini gösteriyor. Ve ayrıca farelerde yapılan deneyde de görüldüğü gibi kültür sahibi olmayan canlılar da farklı davranışlar sergileyebiliyor, yani insanda kültürün bir etkisi olsa da olay kültür ile alakalı değil. Ahlak evrensel değil ve her canlı ahlaklı doğmuyor. Tüm kanıtlar buna işaret ediyor.