Yarım doktor candan, yarım müslüman imandan, yarım yaşam koçu da sizi hayalden-ümitten eder.
Artık hayatımıza iyice yerleşti kişisel gelişim veya sprituel klişeleri.
Ancak okuduğu veya duydukları ile insanlara yaşam koçluğu bile yapmaya kalkışanlarla birlikte bu alan henüz genel uygulanırlık göremeden kirlenmeye uğradı.
Bu alanla ilgili o kadar çok yanlış bilgi veya uygulama türemeye başladı ki.
Mesela, “pozitif düşün” klişesi.
Bazıları önce ümit bağlar. Pozitif düşünürler bir müddet. Bakarlar ki ne gelen var ne giden. Bir şeyin değiştiği yok. Eskiye dönüverirler maalesef. Hem de negatife daha saplanmış biçimde.
(Tabi bu arada sakın yanlış anlaşılmasın. Siz pozitif düşünmeye, bunu doğal yolla hissederek yapmaya devam edin. )
Bazıları önce ümit bağlar. Pozitif düşünürler bir müddet. Bakarlar ki ne gelen var ne giden. Bir şeyin değiştiği yok. Eskiye dönüverirler maalesef. Hem de negatife daha saplanmış biçimde.
Oysa pozitif düşünce, asıl mekanizmayı işleten bir anahtar olduğu zaman faydalıdır. O bir sihirli sopa değildir. Ben kendimi pozitif düşünceye zorlayacam ve sihir meydana gelip her şey kendiliğinden düzelecek falan değildir.
Tabi bu arada sakın yanlış anlaşılmasın. Siz pozitif düşünmeye, bunu doğal yolla hissederek yapmaya devam edin.
maz
Pozitif düşüncenin işlem yaptığı asıl mekanizmayı ise kitaptan okuma bilgiyle kişisel gelişimci olan kişiler göremez, bilemez.
Bir diğer cinayet ise, dini kavramların cömertçe harcanmasıdır sprituellik veya kişisel gelişim adına.
Dinsel malzeme kullanmaya kesinlikle lafım yok. Sorun, işine geldiği gibi, alakasız şekillerde bile, bağlamından ve anlam kökeninden kopartarak dinsel kavram kullanmakta.
Daha doğrusu kendi felsefemize dini alet etmekte. Bu da bir dinciliktir. Din yoluyla prim elde etmek. Genel kabul görmüş dinsel kavramları kendimizi meşrulaştırmak veya etki alanımızı arttırmak adına kullanmaktır.
Çok tahripkar olan bir kişisel gelişim veya sprituellik olayı ise: Sorumlulukları yok saymayı özgürleşmek saymak. Egosunu şişirirken tekamül ettiğini zannetmek.
“Ruhsallığın yolundayım” zannı ile yurdunu yuvasını bile dağıtan kişilere rastlarsınız bazen.
Çocuğuna, ailesine karşı olan sorumluluğunu, toplumun bir baskısı gibi düşünüp, “bu baskıdan özgürleş” diyerek yaradılış sistemi ile çatışan ve bunun acı sonuçlarını yaşayanları duyarsınız.
Bir diğer doğru bilinen büyük yanlış ise, problem veya hastalıklarla uğraşanlara telkin edilenidir:
“Sen güçlüsün. Bu durumu yenersin”, “Hastalığınla savaş. Onu yok edecek kadar güçlüsün”
Oysa sen hastalığına meydan okursan, onu daha çok var edersin. Ama sana yapılan telkin, “onu yenecek kadar güçlüsün” falandır.
Bir belgeselde görmüştüm. Bayanın birinde beyinde ur çıkıyor. Kadın önce “ben güçlüyüm, savaşacağım” diyor.
O böyle dedikçe ur direniyor. Varlığını sürdürmeye devam ediyor.
Daha sonra (kısa kesiyorum), kadın, “kabullenme hali”ne geçiyor. Dikkat edin, “pes etmek, kendini koyvermek” değil, “olanı kabullenmek”.
“Her şeyde hayır vardır. Bu ur kim bilir bana ne gibi bir ders öğretmeye geldi” gibi yorumluyor.
Ama yine dikkat edin, “ben kabullenmiş gibi yapayım ki, ur gitsin” diye değil. Doğal, gerçek bir kabulleniş bu.
Bizim “tevekkül hali” dediğimiz. Dediğimiz ama genelde hissetmediğimiz o hal. Veya “iç huzuru” denilen hal.
6 ay sonra ur kendiliğinden kayboluyor.
Kadın savaş açtığında ur var olmaya direnç geliştirmişken. Kabullendiğinde. Kendiliğinden gitmişti. Çünkü fonksiyonu buydu. Kadının kaderindeki yerini tamamlamıştı.
Bir diğer cinayet: “Ben çok zengin olacağım” veya “Harika biriyle evleneceğim” ifadeleri.
“Olacağım” dediğin an, “şu an zengin değilim, ileride olacağım” mesajını iletirsin ki; hoppala.
Artık hep şu an için: “ben= fakir ve ileride zengin olacak bir ben” tanımına uyumlanırsın. Yani “zengin olacağım” dedikçe, “ileride zengin olacak bir fakir” olmayı güçlendirirsin.
Hadi bunu da aşmış. Ve her yere; aynaya, arabaya, masaya, duvarlara; “ben zenginim” veya “ben çok mutlu bir evlilik yaptım” yazsın. Ve bunu her gün yüz kere tekrarlarsın.
Eğer bu kişinin içinde; “ben değersizim ve zengin olunca değer kazanacağım” duygusu varsa. Dili ile “ben zenginim” dese de; bilinçaltı ile “ben değersiz biriyim, para ile değer kazanacağım” demektedir.
Yani bu kişi zenginliği düşündükçe, istedikçe; aslında iç evrenine kendi değersizliğini vurgulamakta. Böylece; “ben zenginliği hak etmiyorum” demektedir. Hak etmediği için de para ona hiçbir zaman gelmez.
Hastalıkla mücadelede olsun, para isteğinde olsun ilk önce: Kendimizin hak ettiğine dair gerçek bir inanç kazanma haline ulaşılmalıdır.
Son bir kişisel gelişim hatasını ele alalım: Sunilik. Doğal olmayan teknikler.
Bir tekniği uygularken, kendimize ve hayatımıza ait hissetmiyorsak. Bize yabancı bir söz, hareket gibi geliyorsa. Maalesef üzgünüm, ondan pek bir hayır beklemeyin.
Belki Amerikan halkına doğal gelen bir şey; size saçma geliyorsa, öyle değilmiş gibi davranmanız bir işe yaramaz.
Mesela, “kendimi affediyorum” cümlesi. Bizim kültürümüzde bu ifadenin karşılığı pek yoktur.
Kendini değersiz hisseden bir insana, “kendimi affediyorum” lu bir reçete vermek. Gen uyumsuzluğu içeren bir ilaç vermek gibidir. Genler uymadığı için işe yaramaz. Bünye onu kabul etmez. Kullanmadan atar.
Buna benzeyen birçok “kel alaka” veya “doku uyuşmazlığı” hissettiren uygulama, teknik ve “mantra” bulunabilmektedir.
İşinin ehli, ne yaptığını bilen… En azından neyi bilmediğinin farkında olan. Öyle bir iki kısa formül ile sihir oluşmayacağının bilincinde. Ancak yine de doğru teknikle doğru zamanda, kişilerin hayatında bir sihir gibi değişimlerin de oluşacağını bilen kişilerle yolunuz karşılaşır inşallah.
Bu konularda danışabilinecek çok değerli ve bilgili kişiler de var.
Dayıcım, bu biçilemeyen pahanın, bu mucizenin neden farkında olamıyoruz çoğu zaman? Şuurumuzdaki bu bulanıklık nedendir?
Diyelim ki farkındayız. Bulanıklıktan neyi kastettiniz?
Farkinda olmayı şununla anlatsak: Yediğimiz yemeğin lezzetini hissetmek. Yemekten tat-lezzet almayan biri ha kebap yemiş ha elma ha limon. Hepsi de saman gibi gelecektir. Tat anlamında hissiz olacaktir. Farkindaliksiz olacaktir.
Hayatin mucizesi. Görüyor duyuyor olmamızın bile harukuladeligini hissetmek. Bunun farkindaligi ile yaşamak bambaşka olurdu. Ancak bu farkindalik nadiren gelip ugrayan bir esinti gibi.
Bir şeyin tam şuurunda olmak farkli. Suursuz olmak farkli. Yarım şuur veya bulanık şuur daha farkli
Tamam. Farkındayız bunun keyfini sürüyoruz diyelim. Sonra ne yapacağız?
Keyfini sürmek mi? Olay bir keyif meselesi mi?
Üstteki yorumlarınızdan örneğin yemek meselesi, yediğinden haz almak olarak anladım.
Diyorum ki yaşamımızda her şeyi bir mucize olarak algılıyoruz, bu sisteme hayran oluyoruz ve içinde yaşıyoruz. Peki ne yapacağız? Ondan sonra daha da fazlasını hissediyor keşfediyoruz. Nereye kadar gidecek merak ediyoruz. Ne yapacağız, hangi yolu izleyeceğiz?
Yemeğin tadını almak ile. Samandan farkı olmaması. Haz değil de kastim. "Tat" duyusunun farkindaligi.
Uzun soluklu surecek super bir soru sordunuz bence. Vaktimin yeterli olup saatlerce konusmak isterdim.
Bir kac arkadaş daha konuya katılıp yorumlaşsa da ben de döndüğümde yorumları okusam
Vaktiniz olduğunda yazabilirsiniz. Söz uçar yazı kalır. Burada yazılar kalır merak etmeyin ve ben okurum.
Cidden laf olsun diye sormadım. Belki merak ettiğim sorulara cevap bulurum.
Soru süper. Çok derinlere gider bunun ucu.
Merakla bekliyorum.
Galiba fazlasını keşfettikçe tekamül yolunda ilerliyoruz. Eğer bunun sonunun olduğunu düşünürsek işte o zaman gerçekten bir sonu olur. Çünkü kulumun zannı üzerineyim ayeti var. Bir sonunun oduğunu düşünemiyorum.
Doğru diyon Suban.. Farkındalık nadiren uğrayan bir esinti gibi..
Yeniocak'ın dediği gibi, Allah bizim zannımıza göre tecelli ediyor.
Mehtap Çabuk Önce farkındalığı yaşamak gerek değil mi ? Farkındalığın da farkındalığı var mihakkak.