Trabzon'da yaşayanlar bir bakabilir mi 4-5 aya Kadıköy'den oraya göçme gibi planlarım var. Ne bileyim kendimi hep oraya ait ruhum hep orda gibi hissediyorum. Kiralar ortalama ne kadar insanları hakkında iyi söylemler yok ama benim dövmeler çok. Bir yeşillendirsenize işteyim yorumlara dönücem siz şeyapın
Kübra Ömüm
K
LACİVERT DENİZLİ ÜLKE
Bisikletimle tanjant yolunda gezinirken narin dilimde narin istanbul türkçesiyle nereye gidebileceğimi sorarak "uzun sokak" gezmesinden gelen afili çocuklara faroz kesmesi(kolbastı, hoptek) oynayan uşaklar gibi deliriyordum dinmesini hiç istemediğim yağmuru kucaklayarak.
Rüzgar çekiştiriyordu yakamdan gidelim ziganalara diye oysa böyle güzel yağıyorken gafulların altında uzanmak da istiyordum bir yanımda eğil(ehil) finduk bir yanımda yabani.
Az ötemdeki evlerden gelen fasulye turşusu kokusu damağımda sel başlatmıştı. Tam gaz kuğu piliçte dürüm yemeye gitmek geldi içimden birden sonra çardak pideleri geldi gözümün önüne bir ucundan öbür uca eriyerek akan tereyağlarıyla.
Oysa birazcık mısır ekmeği ya da vakfıkebir ekmeğinin arasına minzi koyup yiyebilirdim de, faroz sokaklarından kıvrıla kıvrıla geçerken bisikletimle eski moloz kayalıklarına gelmeden biterdi bile. Sonra dümdüz yolda yomra, arsin sahillerine kadar pedal çevirirdim.
Nereden nasıl bulmuştum da giyinmiştim kara lastikleri ayağıma, yol kenarındaki dükkanların birinde uzadıkça uzayan kuymakları büyük bir özenle aslında kocaman bir şefkatle yiyen konfeksiyoncu kızların gülüşmelerine sebep olacağını bilemeden. Oysa adım gibi emindim bu kızların yarısı şalpazarlıdır, akçaabatlıdır yarısı köfte gibi gülmelirinden belliydi. İşte tam bunu düşünürken nasılda düşmüştü içime akçaabat köftesi, taneyle değil kiloyla mübarek.
Ne oldu nasıl oldu birden kendimi zağnos köprüsünden geçip tabakhaneye giderken buldum. İki simit kapıp yoldan yetişmeliydim Beton Helvacıya kapanmadan. Ve nihayet meydandaydım bildiğim kesek yollardan patikaları adımlar gibi Ganita da bir çayla kutlamalıydım bu şehrin şiirsel coşkusunu coşkuma katarak.
Soluk soluğa çıkmıştım Boztepeye ve bütün ışıltısıyla yukarıdan bakıyordum şehrime kıpkızıl güneş karadenizi hamsileriyle lacivertliğine bırakırken. Yine akşam olmuştu ve çok güzeldi şehrimde akşam, koyun koyuna yatarken evlerinde o canım insanlar bordo mavi perdelerinin arasından süzülen ışıklarını görebiliyordum ve biliyordum sabahın ilk ışıklarından itibaren sofraları kızartmaların süsleyeceğini ve al yanaklı çocukların o canım kokuyla uyanacaklarını.
Ve belki gün gelecek bu şehirle uyanacaktı bu ülke. Bu al yanaklı çocuklar elele tutuşup başka şehirlerdeki kardeşleriyle uyandıracaklardı ülkelerini en mutlu sabahlara.
Bu apal yanaklı çocukları gördükçe uyanmıştım ben, içimde çalan kemençeyle uyanmıştım. Böyle bir rüyayı görmeme sebep acıkmış olmam mıydı? Özlemiş olmam mıydı şehrimi? Evet belki.. Ama biliyorum ki açsamda güzel şehrime açtım, güzel ülkeme açtım. Güzel şehrimi ve güzel ülkemi özlüyordum. Ve o kemençe sesi ise binlercesinin bordooo maaviii diye bağırması gibi haayddii haaydii demektii biliyordum. Ve kemençe çaldıkça ben de bir ucunda İzmirli bir ucunda Adanalı çocukların olduğu horona bırakıyordum kendimi.. O canım Anadolu horon ediyordu horon.. Güzel şehrim kara kuru bir uşacuğum ben biliyrum ama ne iyi ettun da beni de apal yanakli çocuklarindan ettun. Seni çok seveyrum..