"Sizce milliyetçilik pisikolojik bir hastalıkmıdır? Hastalık ise nasıl tedavi edilebilinir?" ( az önceki paylaşımdan ötürü incittiğim tüm arkadaşlardan özür dilerim.)
Freud, dini -özellikle de Tanrı fikrinin psikolojik temellerini- kişilik teorisi çerçevesinde yorumladı. Yaratıcı bir düşünür olan Freud, dini tanımlarken onu farklı perspektiflerden değerlendiren birçok görüş ortaya koydu. Dini bazen saplantı (obsesyon);bazen çocukluk arzularının tatmini; bazen de yanılsama (illusion) olarak değerlendirdi. Ve şöyle der. “Tanrı, insanın kendi çaresizliğini telâfi etme isteğinden doğar ve bir kişinin hem kendi çocukluğunun hem de tüm insan ırkının çocukluk döneminin çaresizlik anılarının izlerini taşır.” / “İnsanlar mantıklı delillere çok az değer verirler ve içgüdüsel arzuları tarafından yönetilirler. Böyle bir durumda insanlar niçin kendilerini içgüdüsel tatminden mahrum edecek mantıklı delillere itibar etsinler ki?”
TÜRK PSİKOLOGLAR DERNEĞİ İSTANBUL ŞUBESİ / Psiko-Politik Açıdan Milliyetçilik, Irkçılık, Linç... Milliyetçilik, Milli tarihin başından bu yana klanlarda, aşiretlerde, şehir devletlerinde, imparatorluklarda ve nihayet hayret ulus-devletlerde kişilerin içinde yaşadıkları duruma ve onun siyasi örgütüne sadece cemaate değil, aynı zamanda onun siyasi örgütüne (devlete) duydukları sadakat ve aidiyet duygusunun bugünkü adı.. Varlığı tehdit altındayken hayatları pahasına grubu savunma azmi, azmin de altını çizmek istiyorum, yani toplumun kendisi için vazgeçilmez bir içgüdüsel güç milliyetçilik. Azim ve içgüdüsel bir güç bile burada artık özdeşleştirilmiş durumda...
Mantıksal hata nedir? Millete duyulan aidiyet duygusu aslında spesifik bir aidiyet duygusu ve bu spesifik aidiyet duygusu daha geniş bir anlam taşıyan, genel anlamda aidiyet duygusunun bir kimliğe veya bir cemaate duyulan aidiyet duygusunun bir örneği. Dolayısıyla hani felsefi terimlerle söylersek daha yukarıda, daha soyut, böyle daha genel olan şey bir cemaate veya o cemaati tanımlayan kimliğe duyulan aidiyet duygusu iken bunun örneklerinden bir tanesi de millet olarak tanımladığımız cemaate duyulan aidiyet duygusu olması gerekirken, yazar birçok arkadaşımızın yaptığı gibi ne yapıyor, bütün cemaatlere ve onlarla birlikte geldiğini düşündüğü politik oluşumlara veya siyasi birliklere aidiyet’i milliyetçilik olarak tanımlıyor. Buradaki yanlışlığa kendisinin getireceği çözüm şu olurdu: Bu gruplar siyasi örgütlenmeler ve siyasi birlikler aslında hepsi birer millettir. Dolayısıyla bir, her türlü gruplaşmayı, insan grubunu bir millet olarak tanımlamak gibi bir ön kabul var burada, bir ikincisi ön kabulde her türlü insan topluluğunda aslında bir tür devletle birlikte geliyor olması. Şimdi şu soruyu sormak hemen mümkün siyasi birliklerde, şehir devletlerinde, aşiretlerde falan. Burada insanları birbirine bağlayan bağ aynı mıdır? Yani mesela aşirette kan bağıysa, imparatorlukta kan bağından bahsetmek mümkün mü? Dolaysıyla aidiyet aynı aidiyet midir? Bunların hepsine nasıl milliyetçilik diyebiliriz? Buna karşılık perspektif olarak ise neyi koyuyor bu aydınlar dediğimiz insan grubu? “Millet veya milliyetçilik tarihsel bir fenomendir” diyorlar. 19.yy’dan daha geriye giden bir kavram tabii ki millet kavramı, çünkü batı dillerinde nation adını verdiğimiz bu kavram Latince kökten geliyor ve “doğmak” kavramından geliyor. Bir yerlerde bir şekilde belli koşullar altında doğduğunuz zaman bir nation’ın, bir milletin parçası olmak durumunda oluyorsunuz.
Son olarakJ. J Rousseau 'dan şuraya bir yorum bırakıp ayrılıyorum. Diyalektik bağ kurarsak avcı ve toplayıcı toplumlardan, ilkel, köleci ve feodal toplumlara, ve sonra sanayileşmiş demokratik toplumlara kadar gidilebilir bu yorumla.
Ne buyuk paradoks degilmi? Toplumsal sözleşmeyi yazan ve toplumsal kurallar butunun kacinilmaz oldugunu iddia eden rausseaunun bu belirlemeyi yapmasi. Aslinda socratvari bir durus özü itibari ile.
Ancak aydınlar o yüzyıllarda bu görüşlerini ortaya koyarken tarihsel bir analizden söz ediyorlar, yoksa anarşistçe bir söz söylediğinin farkında değil. Bizler 21 yy bilimsel felsefi bir tanımlama, tasnif ve sınıflandırma yaptığımız için aydınlar ve filozoflarının görüşlerini nereye ait olduğunu anlıyoruz.
Gümüz itibari ile sorgulandığı zaman aslında neolotik döneme duyulan özlem aslında lakin ilerde gelişecek anımsama ve tanı koymanın nasıl bir hal alacağı belirli değildir. Neticede sosyolojik gelişimlere damga vuran en buyuk etken bilimsel gelismelerdir kanaatimce
Freud, dini -özellikle de Tanrı fikrinin psikolojik temellerini- kişilik teorisi çerçevesinde yorumladı. Yaratıcı bir düşünür olan Freud, dini tanımlarken onu farklı perspektiflerden değerlendiren birçok görüş ortaya koydu. Dini bazen saplantı (obsesyon);bazen çocukluk arzularının tatmini; bazen de yanılsama (illusion) olarak değerlendirdi. Ve şöyle der. “Tanrı, insanın kendi çaresizliğini telâfi etme isteğinden doğar ve bir kişinin hem kendi çocukluğunun hem de tüm insan ırkının çocukluk döneminin çaresizlik anılarının izlerini taşır.” / “İnsanlar mantıklı delillere çok az değer verirler ve içgüdüsel arzuları tarafından yönetilirler. Böyle bir durumda insanlar niçin kendilerini içgüdüsel tatminden mahrum edecek mantıklı delillere itibar etsinler ki?”
Nevruz hastaliginin kasifi saygideger freud milliyetcilerin bu hastaliga yakalandiklarini da belirtir
TÜRK PSİKOLOGLAR DERNEĞİ İSTANBUL ŞUBESİ / Psiko-Politik Açıdan Milliyetçilik, Irkçılık, Linç... Milliyetçilik, Milli tarihin başından bu yana klanlarda, aşiretlerde, şehir devletlerinde, imparatorluklarda ve nihayet hayret ulus-devletlerde kişilerin içinde yaşadıkları duruma ve onun siyasi örgütüne sadece cemaate değil, aynı zamanda onun siyasi örgütüne (devlete) duydukları sadakat ve aidiyet duygusunun bugünkü adı.. Varlığı tehdit altındayken hayatları pahasına grubu savunma azmi, azmin de altını çizmek istiyorum, yani toplumun kendisi için vazgeçilmez bir içgüdüsel güç milliyetçilik. Azim ve içgüdüsel bir güç bile burada artık özdeşleştirilmiş durumda...
Mantıksal hata nedir? Millete duyulan aidiyet duygusu aslında spesifik bir aidiyet duygusu ve bu spesifik aidiyet duygusu daha geniş bir anlam taşıyan, genel anlamda aidiyet duygusunun bir kimliğe veya bir cemaate duyulan aidiyet duygusunun bir örneği. Dolayısıyla hani felsefi terimlerle söylersek daha yukarıda, daha soyut, böyle daha genel olan şey bir cemaate veya o cemaati tanımlayan kimliğe duyulan aidiyet duygusu iken bunun örneklerinden bir tanesi de millet olarak tanımladığımız cemaate duyulan aidiyet duygusu olması gerekirken, yazar birçok arkadaşımızın yaptığı gibi ne yapıyor, bütün cemaatlere ve onlarla birlikte geldiğini düşündüğü politik oluşumlara veya siyasi birliklere aidiyet’i milliyetçilik olarak tanımlıyor. Buradaki yanlışlığa kendisinin getireceği çözüm şu olurdu: Bu gruplar siyasi örgütlenmeler ve siyasi birlikler aslında hepsi birer millettir. Dolayısıyla bir, her türlü gruplaşmayı, insan grubunu bir millet olarak tanımlamak gibi bir ön kabul var burada, bir ikincisi ön kabulde her türlü insan topluluğunda aslında bir tür devletle birlikte geliyor olması. Şimdi şu soruyu sormak hemen mümkün siyasi birliklerde, şehir devletlerinde, aşiretlerde falan. Burada insanları birbirine bağlayan bağ aynı mıdır? Yani mesela aşirette kan bağıysa, imparatorlukta kan bağından bahsetmek mümkün mü? Dolaysıyla aidiyet aynı aidiyet midir? Bunların hepsine nasıl milliyetçilik diyebiliriz? Buna karşılık perspektif olarak ise neyi koyuyor bu aydınlar dediğimiz insan grubu? “Millet veya milliyetçilik tarihsel bir fenomendir” diyorlar. 19.yy’dan daha geriye giden bir kavram tabii ki millet kavramı, çünkü batı dillerinde nation adını verdiğimiz bu kavram Latince kökten geliyor ve “doğmak” kavramından geliyor. Bir yerlerde bir şekilde belli koşullar altında doğduğunuz zaman bir nation’ın, bir milletin parçası olmak durumunda oluyorsunuz.
Erkan kesinlikle yazilacak kelime birakmadin. Yuregine saglik.
Deniz Ferhat aynen sabahtir ekleme yapayim diyorum nerden tutsam adam kelimelere dokmus zaten
mazlum yuregine saglik.
Rica ederim, ben teşekkür ederim.
Bastacisiniz
Ulkucusuz gunler
Erkan farkli bir ortamda seninle from, fruid ve rich' i tartisip fikirlerini almak isterim.
Aynen ozellikle freud bey ile ilgili bir tartisma yapin katilirim. Adler i savunucam size haberiniz olsun
Tabi, memnuniyetle.
Erkan ve Mazlum canlar tesekurler saygilar selamlar
Son olarakJ. J Rousseau 'dan şuraya bir yorum bırakıp ayrılıyorum. Diyalektik bağ kurarsak avcı ve toplayıcı toplumlardan, ilkel, köleci ve feodal toplumlara, ve sonra sanayileşmiş demokratik toplumlara kadar gidilebilir bu yorumla.
Ne buyuk paradoks degilmi? Toplumsal sözleşmeyi yazan ve toplumsal kurallar butunun kacinilmaz oldugunu iddia eden rausseaunun bu belirlemeyi yapmasi. Aslinda socratvari bir durus özü itibari ile.
Muhakkak öyle, zaten atıfta bulunduğu görüş anarşizm.
Ancak aydınlar o yüzyıllarda bu görüşlerini ortaya koyarken tarihsel bir analizden söz ediyorlar, yoksa anarşistçe bir söz söylediğinin farkında değil. Bizler 21 yy bilimsel felsefi bir tanımlama, tasnif ve sınıflandırma yaptığımız için aydınlar ve filozoflarının görüşlerini nereye ait olduğunu anlıyoruz.
Gümüz itibari ile sorgulandığı zaman aslında neolotik döneme duyulan özlem aslında lakin ilerde gelişecek anımsama ve tanı koymanın nasıl bir hal alacağı belirli değildir. Neticede sosyolojik gelişimlere damga vuran en buyuk etken bilimsel gelismelerdir kanaatimce