Abdûlgaffar el Hayatî der ki…
“Devlet devrimle yıkılabilecek bir kurum değil, insanlar arasındaki bir ilişki tarzıdır. Devlet, bu ilişki tarzıyla var olur, beslenir, güçlenir, sömürür ve öldürür.
Devlet, otoriter ve hiyerarşik örgütlenmelerle iktidara talip olunarak değil; insanlar arasında devletin kendini yeniden üretemediği yeni ilişkiler; özgürlükçü, dayanışmacı ve yaratıcı yeni bir ‘hayat tarzı’ kurularak eritilebilir. Asıl olan ‘iktidarı almak’ değil, kişinin öncelikle ve kesinlikle kendisinin ‘devlet dışı’na çıkması, ‘devlet dışı’ bir içerikle tanzim edilmiş gündelik hayat ihlallerini tasarlaması ve yaşamasıdır.
Hiç ama hiç unutmamak gerekir: ‘Yaşanacak bir hayatımız vardır!”
Leyla Atadil
L
Plütokrasi (Kapitalizm) İnsan türünün sayısız ihtiyacını gidermek bir yana insanları bilinçli olarak en temel besin maddelerinden bile mahrum bırakır. İnsanlar emekleri ile ürettikleri ürünü alamaz halê gelirler. Bilim, felsefe, güzel sanatlar vb. Etkinlikleri takip edemezler. Bu sebepten ötürü kendilerine ne verirlerse onla idare etmek zorundadılar. 600 senedir devletin bekâsı olgusu üzerine yetiştirilen (uğruna öz cocuklarını katletmekten çekinmeyen) toplum geleneğinden geliyoruz. Hal böyle olunca en erdemli istekler bile ütopik, ulaşılmaz istemler olarak algılanıyor. Evet bu asırda bu istem bir ütopyadır. Ve halk kıvrak bir zekâya ve bilince ulaşmadıkçada ütopya olarak kalacaktır.
Evrim insanı hangi aşamaya götürür bilinmez lakin ben yaşam deneyimlerim, araştırmalarım sonucu gördüm ki... Otorite insanlığın gelişmesinin önündeki en büyük engeldir.
Şu an bu duruma karşı koyabildiğim tek olgu bir duruş. Bireysel olarak karşı çıkış. Her ne kadar sisteme müdahil olsamda (yaşayabilmek adına) kendimi sistemden dışlamak. En azından daha iyi bir şey keşfedene kadar.