Sümer ve Mısır mitolojisi

DÜNYAYA EGEMEN OLAN MİTOLOJİ: SÜMER ve MISIR MİTOLOJİSİ
Yaratılışın ne olduğunu insanlarımıza doğru anlatabilmek için, ilk olarak Sümer, daha sonra Babil, daha sonra, Süryani ve İbrani tarihini ve mitolojisini bilmek gerekiyor. En azındanS. N. Kramer’in (1990) “Tarih Sümer’de başlar (History Begins at Sumer) kitabını okumak ve İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde bulunan çok sayıdaki Sümer yazıtlarını bir defa görmek gerekiyor. Çünkü evrim kavramını bugünkü çağdaş bulgularla bile ne yazık ki deneneceği gibi anlatamayacağımız apaçık.
Neden mi dersiniz?
Dünyanın en çok bilim adamı barındıran ve en çok bilgi birikimi olan Amerika yönetiminin hemen hemen tümü, halkının önemli bir kısmı, bizim bilim adamı kadrosundan maaş alanların da neredeyse tümü, halkımızın tümüne yakını katıksız olarak yaratılışa inanıyor. Bu nedenle evrimleşmeyi sağlayan düzeneğin doğru olduğunu anlatmak için çırpınmanın hiçbir yarar getirmeyeceğini bir daha vurgulamak istiyorum. Eğer cesaretiniz varsa, eğer gerçekten sorunu kökten çözmek istiyorsanız, yaratılışın, bilinmesi ve kuşaktan kuşağa saklanması gereken sadece ve sadece bir mitoloji olduğunun bizim ağzımızdan açıklanması gerekiyor.
Enlil İlahisi: İstanbul Müzesi’nde (eski eserler) bulunan 4 sütunlu tabletin üst kısmının kopyası. Tarih ve semavi dinlerin inançlarıM. Ö. 3000 yıllarında Sümer’de başlar.
Tanrılar insan tarzında tanımlanmıştı. Başlangıçta bir yaratılış olduğuna inanılmıyordu, sadece diğer tüm tanrıları yaratan Deniz Tanrıçası NAMMUN’nun denetlediği sonsuz bir suyun olduğuna inanılıyordu. Ayrıca iki büyük tanrının Su Tanrısı ENKİ ve en büyük tanrı NİNHURSAG’ın olduğunu, bu tanrıların çocukları olarak AN (erkekti ve gök tanrısıydı) ve Kİ (dişiydi ve yer tanrısıydı) tanrılarının olduğuna inanılıyordu. Semavi dinlerde, Allah (Tanrı) ile birlikte hiçbir zaman yaratıldığı belirtilmeyen ve hep var olduğu bilinen dört büyük meleğin, Cebrail, Azrail, Şeytan ve Mikail’in (ve diğer) yapısı ile bu tanrılar arasında bir homoloji kurulmaktadır.
AN ile Kİ’nin birleşmesinden yine büyük bir tanrı olan hava tanrısı ENLİL doğdu.
Kutsal kitaplarda (Tevrat, Kuran ve zaman zaman İncil’de) yerleri göklerden ayırdık sözcüğü, ENLİL’in gökleri yerden ayırma efsanesinin tekrarıdır ve buna bağlı olarak bitki ve hayvanların oluşması ile Sümer Evrimi başlamıştır. ENLİL, Tevrat’ta Erek olarak geçen ve bugün Uruk şehri-devleti olarak bilinen yerde yüzlerce yıl takdis edilmiştir (2. cihan savaşından kısa bir süre önce Almanlar tarafından bulunan kitabelerden). ENLİL, asasını kime verirse, bir çeşit peygamber ya da tanrı rütbesini ona verirdi.
MUSA’nın asa taşımasının kökeni de bu geleneğe dayanmaktadır.
ENLİL’in en önemli iki tanrıdan biri olan NİNHURSAG’ın kızına bir kayıkta tecavüz etmesi ile iki adı olan (NANNA ve SİN) Ay Tanrısı doğdu.
Bu adların Süryanilerin esas dili olan Aremiceye Habil ve Kabil olarak geçtiği söylenir. Güneş tanrısı UTU ve Venüs tanrıçası İNANNA ise ay tanrısının çocuklarıdır. Ay’ın simgesel özelliği bu nedenle çok önemlidir. Camilerin minaresinin şerefesinde bulunan ay simgesinin de bu önemden kaynaklandığı bilinmektedir.
Sümer mitolojisinde insanın yaratılış öyküsü, semavi dinlere kaynaklık etmesi bakımından çok önemlidir: İbraniler (yani İbrahim soyundan gelen ve bugünkü İsraillilerin temelini oluşturan kavim), dünya tarihinde ortaya çıktıkları zaman, Sümerler çoktan tarih sahnesinden silinmişti. Ancak, İbranilerin sonradan gelip yerleştikleri Filistin’de yerli halk olarak bulunan Kenanlılara komşu olan Asur, Babil, Hitit, Huri ve Aremilerin, Sümerlerle çok yakın temasları olmuştu.
Dolayısıyla İbraniler, dolaylı olarak Sümerlerden etkilenmişti ve daha sonra göreceğimiz gibi, Mısır uygarlığından da etkilenince, ikisinin sentezi olan bir yaşam tarzı ortaya çıkmış oldu.
İbrani mitolojisi (edebiyatı) ile Sümer mitolojisi (edebiyatı) arasındaki parelellik, ilk defa 1915 yılında yayınlanan Bulletin of the American School of Oriental Research dergisinin 1 nolu sayısında Supplementary Study olarak çıkmış, daha sonra da 1945 yılında University Museum’da bulunan 6 sütün üzerine 278 satır taşıyan bir tabletle bu yaratılış mitolojisi hemen hemen tümüyle açıklanmıştır.
Bu tablette (yazıtta), saf, temiz ve parlak, hastalığın, ölümün bilinmediği, ağrısız ve acısız doğumun yapıldığı, hep yaşayanların ülkesi olarak inanılan bir ülke “Dilmun” tanımlanmıştı (bu ülke Babililerde ölümsüz yaşayanların ülkesi, Tevrat, İncil ve Kuran’da da Cennet olarak geçer). Bu ülkede ne yazık ki su kıttı. Dilmun daha sonra Tevrat’a Fırat, Dicle ve dört bucağa uzanan nehirlerin arasında yer alan, doğuya doğru uzanmış Eden Bahçesi’ne ve daha sonra da Cennete dönüştürülmüştür. Bu son iki tanım Kuran’da da aynen tekrarlanmıştır. Dilmun bahçesine yer yüzünden su taşıyan NİNHURSAG 8 bitkiye filizlendiriyor (aynı anlam Tevrat’ta Musa 2: 6’da, şöyle geçiyor: Yerden çıkan nem bütün toprağın yüzünü suladı). Tanrı ENKİ (Tevrat, İncil ve Kuran’da Adem olarak geçen), iki yüzü olan tanrı İSİMUD’un (Tevrat, İncil ve Kuran’da Şeytan olarak geçen) gizli gizli getirdiği bu bitkileri ve özellikle yasaklı bitkiyi yiyor. Tanrı NİNHURSAG son derece kızıyor onu, ölümlü yaparak cezalandırıyor. ENKİ’nin sağlığı bozuluyor, 8 organı hastalanıyor. Kurulu düzene ilk karşı çıkan varlık, simgesel olarak ENKİ olmuş ve lanetlenmiştir. Bu lanetlenme, daha sonra dinler tarihinde her türlü cezayla ve aforozla sürdürülmüş; içine şeytan girdi diye Orta Çağda 100.000 kadın bu düşüncenin devamı olarak yakılmıştır.
Tevrat’ta “Havva Âdem’in kaburga kemiğinden yaratılmıştır” denmektedir. Niye kaburga kemiği?
Bizim Müslüman alimler de, insanın en son çürüyen kemiği bu kemiktir, buradan DNA çıkarılabilir, gibi çok güzel yorumlar yapmaktadırlar.
Kaburganın Sümercesi “Ti”dir; ENKİ’nin kaburgasını iyi etmek için yaratılan tanrının adı Sümercede hem “Kaburganın hanımı” hem de “Yaşatan hanım’ anlamına gelmektedir. Sümer edebiyatında “Kaburganın hanımı” kelimesi, İbranicede, kelimelerin birbirinden farklı yazılması nedeniyle “Yaşatan hanım’ anlamına “Havva” ya dönüşmüştür. Çünkü İbranicede “Kaburga” ile “Yaşatan” kelimeleri bir değil, ayrıdır.
Burada yaratılan, sadece bir insan değil, bir çeşit peygamber olarak niteleyeceğimiz tanrı-insandır, yani Âdem ve Havva’dır. Ancak sade insanın ortaya çıkışını Sümer’deki başka bir mitoloji ile öğreniyoruz:
Sümer’de Tanrılar, özellikle dişi Tanrılar çoğalmaya başlayınca, işlerin çokluğundan, yiyecekleri hazırlamanın zorluğundan yakınıyorlar ve tanrıların hepsini var eden Deniz Tanrıçası Nammu’ya bir çare bulması için yalvarıyorlar. O da Bilgelik Tanrısı’na bilgeliğini ve marifetini göstermesini söylüyor. Bunun üzerine:
Bilgelik Tanrısı yumuşak bir kilden şekiller yapıyor ve Tanrıçaya sesleniyor:
Ey Annem! Adını vereceğin yaratık oldu, Onun üzerine Tanrıların görüntüsünü koy, Dipsiz suyun çamurunu karıştır, Kol ve bacakları meydana getir, Ey Annem! Yeni doğanın kaderini söyle! İşte o bir insan! (M. İ. Çığ, age: 36).
Tevrat ve Kuran’da da insanın çamurdan, ıslak çamurdan, kuru çamurdan yaratıldığına ilişkin en az 6 ayet bulunmaktadır.
Darül-Zaferan/Mardin’deki Süryani Metropoliti ya da yardımcısı olan Gabriel’e Âdem kelimesinin anlamını sorduğumda, eski Süryanicede (herhalde Aramice’de) bu kelimenin bir şeyler üreten (verimli) toprak anlamına geldiğini söylemiştir. Adem kelimesinin Aramice bir terim olduğuna nasıl güvenebiliriz dediğimde ise, Tevrat’a, İncil’e ve Kuran’a bakın, Allah ve melekler, Hz. İbrahim de dahil Hz. İbrahim’e kadar tüm peygamberler aralarında Aramice konuştuğu belirtilmektedir. Bu durumda Tanrı dili neden Aramice, hatta Tanrının kendisi Arami olmasın diye ilginç bir yanıt verdi. yukarıda anlatılan bilgilerin dayandığı tabletler 1915 yılında Pere Scheil, daha sonraS. N. Kramer tarafından gün yüzüne çıkarılmasına karşın, hiç kimse gerçeği öğrenme cesaretini gösterememektedir.
Korkak özgür düşünemez Özgür düşünemeyen insan olmaz.
Arno Poebel’in 1914 yılında ve British Müzesi’nden George Smith’in “Gılgamış Destanı”nın on birinci tabletindeki efsaneden anlaşıldığı kadarıyla, Tevrat, İncil ve Kuran’da geçen “Tufan Efsanesi” bir Sümer efsanesidir. Öykü tamamen aynıdır; ancak NUH Peygamber yerine, ölümlü (sonradan tanrı katına yükseltilmiş) ZİSUDRA vardır. ENLİL’in gökleri yerden ayırması ile evrenin yaratıldığına inanan Sümerler, dualarında yerleri ve gökleri yaratan ulu Enlil diye dua ederken, anlaşılması çok kolay olan bir kalıtımla, Tevrat, İncil ve Kuran’da da yerleri ve gökleri yaratan ulu tanrı diye dua edilmektedir.

K
0 kişi takip ediyor.
Misafir olarak yayınla
4
4 CEVAP

Bu çeviri ne kadar doğrudur bilmem ama ilginç olduğu kesin...
http://forumbisiklet.com/index.php/2015/12/26/sumer-tabletleri-tanri-enkinin-sozleri/

M