Diyanet İşleri: Güneşin battığı yere varınca, onu siyah balçıklı bir su gözesinde batar (gibi) buldu. Orada (kâfir) bir kavim gördü. “Ey Zülkarneyn! Ya (onları) cezalandırırsın ya da haklarında iyilik yolunu tutarsın” dedik KEHF 86
Kuran'in bu ayetinin modern bilimle celismesi nasi aciklanabilir? Günes dogup batmasi terimleri kullanilirsa dünyanin düz odugu ve günesin batip doga bilecegi bir alan olmasi lazim. Kaldiki dünya yuvarlak ve hem kendi ekseninde hemde günes etrafinda dönmesiyle gündüz, gece ve mevsimler dedigimiz zaman kavramlari olusuyor. Ayeteki balcikli su gözesine deyinmek bile istemiyorum. Günümüzde günesin batip dogma terimleri hala kullanmamiz galiba buradan geliyor.
Gökhan Waha
G
Zülkarneyn açıklamak için Kehf 83-90 arasındaki ayetlere bakacağız..
“Zülkarneyn” sözcüğü “ ذوzü” edatı ile “ قرن karn” sözcüğünün tesniyesi “olan “ قرنين karneyn” sözcüklerinden meydana gelme bir tamlamadır. Anlam olarak “iki karn sahibi” demektir.
“Karn” sözcüğü, “boynuz”, “büyük çadır”, “bir çağdaki insanların ömür süresi; çağ”, “aynı zaman diliminde bulunma açısından bir araya gelmiş toplum, nesil, kuşak” anlamlarındadır.
Bu açıklamaya göre “Zü’l-karneyn” tamlaması, “iki boynuz sahibi”, “iki büyük çadır sahibi”, “iki çağ sahibi”, “iki nesil sahibi” anlamlarına gelmektedir.
Pasajın tümü dikkate alındığında, “Zülkarneyn” tamlamasının anlamlarından “iki çağ sahibi” anlamının tercih edilmesi gerekmektedir.
Kehf 83. "Ve sana Zülkarneyn'den soruyorlar. De ki: “Size ondan, bir hatırlatma/öğüt okuyacağım:"
Burada Allah peygambere zülkarneyn ile ilgili sorular sorduklarını ve onun kim olduğunu açıklayacağını söylüyor..
Kehf 84. "Şüphesiz Biz Zülkarneyn için yeryüzünde iktidar sağladık ve ona her şeyden bir sebep verdik."
Kendisi bir hükümdar, devlet başkanı imiş...
Kehf 85. "Sonrao, bir sebebe tâbi oldu."
Sonra bir maceraya atılmış...
Kehf 86. "Sonundao, Güneşin(Vahyin) battığı yere vardığı zaman, güneşi (vahyi), kara bir balçıkta batıyor buldu [orada ilâhi ilkeler hayattan çıkarılmıştı]. Bir de bunun yanında bir toplum buldu. Biz dedik ki: “Ey Zülkarneyn! Onları ya cezalandırırsın veya onların hakkında iyi-güzel davranırsın.”"
Kehf 87,88.O dedi ki: “Kim şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yaparsa kesinlikle ona azap edeceğiz; Sonra Rabbine geri döndürülecek, sonra O da onu görülmemiş bir azapla azaplandırır. Amma her kim de iman eder ve sâlihi işlerse artık buna da en güzel karşılık vardır. Ve Biz onun için emrimizden kolay olanı söyleyeceğiz.”
Şems (Güneş) suresinde güneşin vahiyler ve güneş parıltısının vahiylerin saçtığı ışık olduğu uzun uzun ispatlanabilir...
Bu ayetlerde bu Zülkarneyn'in Kur'an'dan uzak bozuk bir yere ve gittiği ve o gittiği yerde bir toplum olduğu bildiriliyor.. Ve diyor ki: Ya onları cezalandırırsın veya onların hakkında iyi güzel davranırsın... Yani bu zülkarneyn bir peygamber...
Kehf 89.Sonra Zülkarneyn, bir sebebe uydu.
Kehf 90.Sonunda, güneşin (vahyin) doğduğu yere vardı. Vahyi bir toplum üzerine doğuyor buldu. Öyle ki Biz onlar için, vahiy olmayan bilgilerle bir siper yapmıştık.
Kehf 91.İşte böyle! Ve Biz onun yanında olan şeyleri bilgi yönünden kuşatmıştık.
işte geldik dananın kuyruğunun koptuğu yere... 88. ayette zülkarneyn'in ikinci bir maceraya çıktığını... 90'da güneş'in yani vahyin doğduğu yere geri gittiğini ki burası Mekke'dir..
ayrıca yine 90'da Vahyi(güneşi) bir toplum üzerinde doğuyor buldu diyerek Mekkelilerin yeni yeni Kur'an'ı anlamaya başladıklarını...
yine 90'da "vahiy olmayan bilgilerle bir siper yapmıştık. " Peygamberin bu mekke'ye dönüşü Allah'ın emri ile değil, kendi isteğiyle yaptığını ancak kendi hünerleri yani vahiy olmayan bilgileri ile çok iyi bir siper elde ettiğini ki bu tarihte "Hüdeybiye Antlaşması" diye geçer, anlatıyor...
92.Sonra iki çağ sahibi, bir sebebe uydu.
93.Sonunda iki sözleşme arasına ulaştığında iki toplumun [Medîne ve Mekke toplumlarının] astlarından, hemen hemen hiç söz anlamayan bir toplum [Hayber Yahudilerini] buldu.
94.Söz anlamaz toplum [Hayber Yahudileri] dediler ki: “Ey iki çağın sahibi! Şüphesiz akıncılar ve komutanı [Muhammed ve ordusu] bu topraklarda bozguncudur [ziraattan anlamıyorlar, araziye yazık ediyorlar]. Onun için, bizimle onlar arasında bir vesika yapman şartıyla sana bir vergi versek olur mu?”
Bu son 3 ayetin orjinalinde yani arapçasında olan “ سدّ Sedd”: Bu sözcük, “aralığı kapatma, gediği kapatma, kargaşayı engelleme” demektir. Sözcüğün “sedde, yesüddü” şeklindeki fiilleri, “düzeltti, barışı sağladı, belgeledi, vesikaya, belgeye bağladı” anlamında çekilir.
Biz “sedd” sözcüğünün bu anlamlarından “vesika [belge]” anlamını tercih ediyoruz.
Ayette kullanım şekli olan "“İKİ SEDD [VESİKA] ARASI”
Ayette geçen bu ifadeyle iki ayrı belgenin imzalandığı iki kentin arasına işaret edildiği görülmekte. İmzalanan iki belge Medine Vesikası ve Hudeybiye Vesikası; imzalandıkları kentler de Mekke ve Medine kentleridir. Bu iki kentin arası ise Hayber kentidir.
“SÖZ ANLAMAZ KAVİM”
Zülkarneyn, Hayber’e vardığında “iki kavmin astlarından, neredeyse hiç söz anlamayan bir kavim buldu” buyrulmaktadır. Burada Zülkarneyn’in karşılaştığı toplumun iki özelliği verilmiştir. Birincisi, bu toplumun Mekke ve Medine toplumlarına göre seviyesiz oluşu, diğeri de “neredeyse hiç söz anlamayan bir toplum” olmalarıdır.
Ayetin orijinalinde “ يفقهونyefkahûne” sözcüğü kullanılmıştır. Bu sözcük, dil bilmez anlamında değildir. Bu sözcük “ الفقهfıkıh” sözcüğünün türevlerindendir.
Fıkıh” sözcüğü, “bir şeyi bilmek, onu anlamak” demektir. “Fıkıh”, saygınlığı, şerefi, üstünlüğü diğer bilgilerden fazla olması nedeniyle zamanla “din bilgisi, din anlayışı [hukuk bilgisi, hukuk anlayışı, medenî kanun bilgisi]” anlamında kullanılır olmuştur. Bu durumda, ayette geçen “neredeyse hiç söz anlamayan bir kavim” anlamındaki “lâ yekâdûne yefkahûne kavlen” ifadesi, bu toplumun “elinden gelse, kanun, nizam tanımayacak, hak hukuk önemsemeyecek bir toplum” olduğu mesajını vermektedir.
Bilindiği gibi, verdikleri sözde durmama, ahitlerini, misaklarını bozma, yaptıklarını gönüllü yapmama gibi davranışlar İsrailoğulları’nın sıklıkla işledikleri davranışlardır.
Bu durumda, burada sözü edilen toplum “Hayber Yahudileri”dir. Nitekim Hayber’de yaşayan Yahudilerden bir kısmı, Medine sözleşmesine riayet etmeyerek Medine’den oraya göçmüş bulunan Yahudilerdir.
"SÖZ ANLAMAYAN KAVİM " Nasıl oldu da Yec'üc Mec'üc diye çevrildi? Yec'üc Mec'üc Nedir ?
“Ye’cüc” ve “Me’cüc” sözcüklerinin Arapça olmadığı hakkında görüşler ortaya atılmıştır. Hatta Kur’an’daki Arapça olmayan kelimelerin tespit ve açıklaması konusunda yapılan çalışmalarda, bu sözcüklerin “Harut” ve “Marut” sözcükleri gibi yabancı [Yunanca] olduğu, sonradan Arapçalaştırıldıkları nakledilmiştir
Bu sözcüklerin yapılarına ekleme çıkarma yapılmak suretiyle Arapça olduğu da kabul edilmiştir. Bu konuda bizim de bir hayli gayretimiz olmuş, ancak bu gayretler de boşuna olmuştur.
Şöyle ki: Bu sözcükleri Arapça kabul edebilmek için, bu sözcüklerden “ يأجوج Ye’cûc” sözcüğünün “ateşi alevlendirmek, ateş sesi, acı vermek [tuz acısı]” anlamındaki “ ا ج جecc” kökünden; “ مأجوجme’cûc” sözcüğünün de “atmak, saçmak” anlamındaki “ م ج جmcc” kökünden türediği düşünülebilir.
Ne var ki, bu kökten her ne kadar “ يأجج ye’cücü” veya “ يؤجج yü’cicü”, يمججyemcicü” kalıbında geniş zaman fiili oluşturulabilse de, hiçbir zaman “Ye’cûc” veya “Yâcûc”; “Me’cûc” veya “Mâcûc” kalıbında isim oluşturulması mümkün değildir. Bu durumda, isim olan bu sözcüklerin Arap diline başka dillerden geldiğini kabul etmek zorunluluğu doğmaktadır. Tüm dillerde bu tarz yapılandırmalar vardır. Buna “Herc ü Merc”, “Harut Marut”, “herrü merrü” gibi sözcükleri örnek verebiliriz.