SCİENCE AND PUBLİC POLİCY dergisinde Jill Bowling ve Brian Martin yayınladıkları makalede, “Bilim salt olarak profesyonel yaratıcılık üzerinde ayakta durur ve güçlü çıkar grupları ile sıkı sıkıya bağlıdır.” diyor. Peki neden kadın bilimde var olamıyor? Bu soruya Bowling ve Martin şöyle cevap veriyor: “Bilimdeki erkek egemenliği, erkek kontrolündeki baskın sosyal yapılarla, cinsiyetçi iş bölümü, toplumsallaşma ve doğrudan ayırım yoluyla, erkeklerin de fark etmediği bir mekanizmayla, kadınları güçlü pozisyonlardan dışlayarak yaşamaya devam eder. Bilimde bilgi birikimi erkeksidir, kadın deneyimini yok sayar ve yarış ve hiyerarşi üzerine kuruludur.” Böylesi bir kaleye girebilmek için kadınlar kadın olmamalıdır ya da başka bir deyişle “kadınlar erkeksileşmelidir”. Çünkü, bilimin sıfatları erkeksidir, erkek sıfatlarıyla örtüşür; kadın sıfatları ile değil. Scientific American Kasım 1993 sayısında yayımlanan bir makalesinde de aynı soruyu yanıtlamak ve sorunun köklerini saptamak için bilimsel kuruluşların iç yapısına bakmak, hem gizli hem açık olan gerçekleri ortaya çıkarır deniyor. Yüzyıllar boyunca akla yakın tek bir neden olmadan, kadınlar iş ve politika hayatının dışında tutulmuş. Her ne kadar fazlasıyla erkeklerin egemen olduğu bilim dünyasına girmek ve bu alanda ilerlemek için verilen mücadele, kadınların diğer mesleklerde verdikleri mücadeleler ile paralellik taşıyorsa da bilim hâlâ cinsiyet ayrımcılığının benzersiz ve sağlam bir kalesi gibi görünüyor. “Aslında kadınlara bilimde yer verilmesi bile o kadar şaşırtıcı ki…” diyor Delaware Üniversitesi’nden felsefeci Sandra Harding. Bu daha geniş cinsiyet ayrımcılığı geleneği çerçevesinde, bilimde kadınların yokluğunu aydınlatabilecek olan oldukça net açıklamalar bulunuyor. Toplum yaşamının içine dahil edildikleri andan itibaren genç kızların çoğu, bilim dışında bir tarafa yönlendiriliyor. Bu açıklaması güç ve herkesin gözü önünde süren engellemeyi eğitim sisteminde de görmek mümkün ve erkek bilim adamlarının kadınların bilim adamı olmamaları gerektiği şeklindeki yargısı, söz konusu süreci daha da pekiştiriyor. Şaşırtıcı olan da modern bilimle birlikte canlanan akademi ve enstitülerde bu ayrımcılığın süregidiyor olması. Tabii tüm bunların yanında, tarihin her döneminde ve kültüründe, kadınların fiziksel ve zihinsel açıdan eksik olduğuna dair erkekler tarafından yazılmış “belgelerin” haddi hesabı yok. 1880’lerin sonlarına doğru, kadın beyninin küçüklüğü üzerine yapılan çalışmaların ardından bir araştırmacı “Kadın beynindeki 5 gr eksikliğin kalıtsal olarak giderilmesi için yüzyıllar gerekiyor.” diyor.
OECD’nin Türkiye Ulusal Bilim ve Teknoloji Politikası Raporu’nda “Bilim alanında Türk yükseköğretim sisteminin ilginç bir özelliği de, kadınların oynadığı roldür. Sağlık bilimlerinde doktora derecesi alanların yaklaşık yarısı kadındır; mühendislik ve temel bilimler alanlarında ise bu oran yaklaşık dörtte birdir.” diye belirtilmektedir.
Sedat Demir bir erkeğin arkadına saklanmak istemiyorum bir kitap yazmışsam benim emeğim bir şey icat etmişsem yine benim alın terim benim emeğim kendi imzamı ayabilmeliyim farkettirmeden kadınların beyinlerine onların arkada kalmaları gerektiği işlenmiş ve onlarda arkada kalmış kendilerinden sonra gelen kadın nesillerede yine farkında olmadan bu fikri aşılamışlar
SCİENCE AND PUBLİC POLİCY dergisinde Jill Bowling ve Brian Martin yayınladıkları makalede, “Bilim salt olarak profesyonel yaratıcılık üzerinde ayakta durur ve güçlü çıkar grupları ile sıkı sıkıya bağlıdır.” diyor. Peki neden kadın bilimde var olamıyor? Bu soruya Bowling ve Martin şöyle cevap veriyor: “Bilimdeki erkek egemenliği, erkek kontrolündeki baskın sosyal yapılarla, cinsiyetçi iş bölümü, toplumsallaşma ve doğrudan ayırım yoluyla, erkeklerin de fark etmediği bir mekanizmayla, kadınları güçlü pozisyonlardan dışlayarak yaşamaya devam eder. Bilimde bilgi birikimi erkeksidir, kadın deneyimini yok sayar ve yarış ve hiyerarşi üzerine kuruludur.” Böylesi bir kaleye girebilmek için kadınlar kadın olmamalıdır ya da başka bir deyişle “kadınlar erkeksileşmelidir”. Çünkü, bilimin sıfatları erkeksidir, erkek sıfatlarıyla örtüşür; kadın sıfatları ile değil. Scientific American Kasım 1993 sayısında yayımlanan bir makalesinde de aynı soruyu yanıtlamak ve sorunun köklerini saptamak için bilimsel kuruluşların iç yapısına bakmak, hem gizli hem açık olan gerçekleri ortaya çıkarır deniyor. Yüzyıllar boyunca akla yakın tek bir neden olmadan, kadınlar iş ve politika hayatının dışında tutulmuş. Her ne kadar fazlasıyla erkeklerin egemen olduğu bilim dünyasına girmek ve bu alanda ilerlemek için verilen mücadele, kadınların diğer mesleklerde verdikleri mücadeleler ile paralellik taşıyorsa da bilim hâlâ cinsiyet ayrımcılığının benzersiz ve sağlam bir kalesi gibi görünüyor. “Aslında kadınlara bilimde yer verilmesi bile o kadar şaşırtıcı ki…” diyor Delaware Üniversitesi’nden felsefeci Sandra Harding. Bu daha geniş cinsiyet ayrımcılığı geleneği çerçevesinde, bilimde kadınların yokluğunu aydınlatabilecek olan oldukça net açıklamalar bulunuyor. Toplum yaşamının içine dahil edildikleri andan itibaren genç kızların çoğu, bilim dışında bir tarafa yönlendiriliyor. Bu açıklaması güç ve herkesin gözü önünde süren engellemeyi eğitim sisteminde de görmek mümkün ve erkek bilim adamlarının kadınların bilim adamı olmamaları gerektiği şeklindeki yargısı, söz konusu süreci daha da pekiştiriyor. Şaşırtıcı olan da modern bilimle birlikte canlanan akademi ve enstitülerde bu ayrımcılığın süregidiyor olması. Tabii tüm bunların yanında, tarihin her döneminde ve kültüründe, kadınların fiziksel ve zihinsel açıdan eksik olduğuna dair erkekler tarafından yazılmış “belgelerin” haddi hesabı yok. 1880’lerin sonlarına doğru, kadın beyninin küçüklüğü üzerine yapılan çalışmaların ardından bir araştırmacı “Kadın beynindeki 5 gr eksikliğin kalıtsal olarak giderilmesi için yüzyıllar gerekiyor.” diyor.
OECD’nin Türkiye Ulusal Bilim ve Teknoloji Politikası Raporu’nda “Bilim alanında Türk yükseköğretim sisteminin ilginç bir özelliği de, kadınların oynadığı roldür. Sağlık bilimlerinde doktora derecesi alanların yaklaşık yarısı kadındır; mühendislik ve temel bilimler alanlarında ise bu oran yaklaşık dörtte birdir.” diye belirtilmektedir.
Sedat Demir aynı mantık kadın yapamaz kadının aklı kıt vs.
Sedat Demir ben hiç Yok demiyorum siz yanlış anladınız
Sedat Demir bir erkeğin arkadına saklanmak istemiyorum bir kitap yazmışsam benim emeğim bir şey icat etmişsem yine benim alın terim benim emeğim kendi imzamı ayabilmeliyim farkettirmeden kadınların beyinlerine onların arkada kalmaları gerektiği işlenmiş ve onlarda arkada kalmış kendilerinden sonra gelen kadın nesillerede yine farkında olmadan bu fikri aşılamışlar
Sedat Demir işte her erkek arkasında kadının olduğunu kabul etmiyor