PETER FERREIRA ANLATIYOR REIKI örneğin iyot, sofralarımıza geliyor. Fakat vücudunuzda fazla nitrat bulunduğunda bu iyot sindirilemez, bunun için önce fazla nitratı dışarı atabilmeniz gerekir. Almanya’da artık endirekt olarak iyot ilave
ediliyor; her fırıncı, her kasap bu tuzu kullanmak zorunda. Fakat bu iyotlama işleminden sonra hastalıkların oranı %28 arttığı da gözlenmiştir. Kalp çarpıntıları, kalp ritm bozuklukları, yorgunluk, konsantrasyon eksiklikleri, uzun süre iyileşmeyen yaralar, kronik akne gibi rahatsızlıklarda artışlar mevcut. İyot alımı ile bedeninize yüksek agresivitesi olan bir metal almış oluyorsunuz. Buna ilaveten tuzlarınıza bir de fluor ilave edilidiğinde, irade gücünüz tamamen zayıflıyor. Tuza, kimyasal isimleri çok fazla yer tutacağından üzerinde hiçbir zaman yazılmayan ve zaman zaman harfler ve rakamlarla kısaltılan (E-530, E-533, E 550 gibi) maddeler de ilave ediliyor. Örn. Sofra tuzunun iyi serpilebilmesi için alüminyumhidroksit ilave ediliyor. Ve bu tuzu çocukluğunuzdan itibaren yiyorsanız, Alzheimer hastalığına yakalanmama şansınız da çok düşüyor. beyninizde sinir iletişim hatlarında içtepiler iletilemedikçe, adınızı bile hatırlayamazsınız. Ve siz tekrar gerçek doğal tuz almaya başladığınızda, bedeninize ihtiyacı olanı, eksik olanı sağlayarak kendinizi şifalandırırsınız. Fiziksel veya manevi şekilde biriktirdiğiniz her şey önce tekrar ortaya çıkar, bundan dolayı önce ağrınız olan yerinizde iltihaplanma oluşur ve ardından iyileşme gerçekleşir. Doktorunuzun dediğinin aksine yüksek tansiyonda veya düşük tansiyonda da doğal tuz ile yapmış olduğunuz %26’lık `sole’ yi içtiğinizde denge sağlanacaktır. İçtiğiniz tuz/su karışımından dolayı morfogenetik alanınız tamamen rejenere olur ve organlarınız eski enerjilerine kavuşur. Buna benzer uygulamayı yıllarca hamam kürleri ve terapileri ile gerçekleştirmekteyiz. `Sole’ ile bir küre başladığınızda bedeninizin bataryalarına sıvı güneş ışığı vermiş oluyorsunuz. Bir inceleme çalışması çerçevesinde şifalı bir maden ocağına gittik. Su ve Tuz – 12 Peter Ferreira Yazıyı okumaya başlamadan önce lütfen yanınıza bir bardak su alır mısınız? Berchtesgaden’de (Almanya’da) böyle bir maden ocağı mevcut, buna tıpta Spelyoterapi diyoruz. Buraya çeşitli alerjileri, astımları olan hastalar iyileşmeye gönderiliyor. Böyle bir tuz madeninde tuzların iyonal etkilerinden dolayı tertemiz bir hava mevcut, havada hiçbir toz zerreciği yok. Bunun yanı sıra şifayı gerçekleştiren başka etkenler de mevcut. Örn. Velicka’da yerin 226 m altında bir tuz madeninin içinde gerçek bir hastane kurulu. Buraya yılda yaklaşık 3000 hasta gelmekte ve %97’si iyileşip çıkmaktalar. Bu kadar derinlerde yerin altında milyonlarca tonluk tuzun altında muazzam jeomanyetik frekans desenleri yayınlanıyor. Bunlar da hastaların bedenleri üzerinde rezonans yaparak etki yapıyor. Biz deney olarak farklı hastalıklara sahip kişileri madene götürdük. Örn. Ciğerlerinde rahatsızlığı olan bir hastanın 2,5 saat sonra ciğer değerleri tamamen normale dönmüş ve 2 saat boyunca da bu şekilde kalmıştır. Örn. Bu hastalıklı ciğerin frekansı rahatsızlığından dolayı 58 olmuş ve aslında 40 olmalı. Böyle bir durumda bu hastayı günlerce bu madene gönderdiğimizde eninde sonunda maddesi de enerjisine uyum sağlayarak değişecektir ve iyileşecektir. Her şey sadece zamana bağlı. Fakat herkesin böyle bir madene gitme imkanı olmadığından bu uygulamayı evde `sole’ ile gerçekleştirebiliriz. Bunun için gerçek doğal kristal tuza ihtiyacımız var, buna da jeolojik olarak `Hallith’ diyoruz. Hallith kelimesi de: Hall = titreşim, lith=ışık’tan kaynaklanmaktadır. Daha önce de anlatıldığı gibi istediğiniz kadar Ca-tableti yutabilirsiniz, fakat sadece 1 havuç yemiş kadar kalsiyumu bedeninize almamış olursunuz. Demek ki konu miktar değil, hücrelerin alabilme kapasitesiyle ilgili. Hücrelerimizin belli açıklık ölçüleri var, biz buna tıpta semipermiyabilite diyoruz. Ve bu yüzden hücrelere 1/100.000 gr’dan daha küçük olan her şey girebilir, daha büyük olanlar dışarıda kalmak zorunda. Bu yüzden sebze ve meyvelerin içindeki mineraller iyonal olarak bir geometriye sahip olduklarından organik yapılarıyla hücrelerimize girebilir ve asimile edilebilirler. Fakat yapılarını bozduğumuz minerallerin hücrelere girebilme şansları asla olamaz. Bu da mineral ihtiyacımız için kahvaltı tabağımıza çelik bir çiviyi koymaya benzer. Elementlerin bu şekilde hücrelerin içine girebilme durumlarına koloidal durum denir. Doğadaki kristal tuzu endüstriyel bir şekilde çıkarma imkanımız yok, çünkü bu kristaller yıllarca basınç altında oluşarak madenlerde damarlar içinde gelişiyor ve bunun için doğada çok bulunan kaya tuzundan 100 kg çıkardığınızda doğal sadece 1 kg kristal tuz elde edebiliyorsunuz. Fiyatının da yüksek olması buna bağlı.
PETER FERREIRA ANLATIYOR REIKI
örneğin iyot, sofralarımıza geliyor. Fakat vücudunuzda fazla nitrat bulunduğunda bu iyot sindirilemez,
bunun için önce fazla nitratı dışarı atabilmeniz gerekir. Almanya’da artık endirekt olarak iyot ilave
ediliyor; her fırıncı, her kasap bu tuzu kullanmak zorunda. Fakat bu iyotlama işleminden sonra
hastalıkların oranı %28 arttığı da gözlenmiştir. Kalp çarpıntıları, kalp ritm bozuklukları, yorgunluk,
konsantrasyon eksiklikleri, uzun süre iyileşmeyen yaralar, kronik akne gibi rahatsızlıklarda artışlar
mevcut. İyot alımı ile bedeninize yüksek agresivitesi olan bir metal almış oluyorsunuz. Buna ilaveten
tuzlarınıza bir de fluor ilave edilidiğinde, irade gücünüz tamamen zayıflıyor. Tuza, kimyasal isimleri çok
fazla yer tutacağından üzerinde hiçbir zaman yazılmayan ve zaman zaman harfler ve rakamlarla
kısaltılan (E-530, E-533, E 550 gibi) maddeler de ilave ediliyor. Örn. Sofra tuzunun iyi serpilebilmesi için
alüminyumhidroksit ilave ediliyor. Ve bu tuzu çocukluğunuzdan itibaren yiyorsanız, Alzheimer
hastalığına yakalanmama şansınız da çok düşüyor. beyninizde sinir iletişim hatlarında içtepiler
iletilemedikçe, adınızı bile hatırlayamazsınız. Ve siz tekrar gerçek doğal tuz almaya başladığınızda,
bedeninize ihtiyacı olanı, eksik olanı sağlayarak kendinizi şifalandırırsınız. Fiziksel veya manevi
şekilde biriktirdiğiniz her şey önce tekrar ortaya çıkar, bundan dolayı önce ağrınız olan yerinizde
iltihaplanma oluşur ve ardından iyileşme gerçekleşir. Doktorunuzun dediğinin aksine yüksek
tansiyonda veya düşük tansiyonda da doğal tuz ile yapmış olduğunuz %26’lık `sole’ yi içtiğinizde
denge sağlanacaktır. İçtiğiniz tuz/su karışımından dolayı morfogenetik alanınız tamamen rejenere olur
ve organlarınız eski enerjilerine kavuşur. Buna benzer uygulamayı yıllarca hamam kürleri ve terapileri
ile gerçekleştirmekteyiz. `Sole’ ile bir küre başladığınızda bedeninizin bataryalarına sıvı güneş ışığı
vermiş oluyorsunuz. Bir inceleme çalışması çerçevesinde şifalı bir maden ocağına gittik.
Su ve Tuz – 12 Peter Ferreira
Yazıyı okumaya başlamadan önce lütfen yanınıza bir bardak su alır mısınız?
Berchtesgaden’de (Almanya’da) böyle bir maden ocağı mevcut, buna tıpta Spelyoterapi diyoruz.
Buraya çeşitli alerjileri, astımları olan hastalar iyileşmeye gönderiliyor. Böyle bir tuz madeninde tuzların
iyonal etkilerinden dolayı tertemiz bir hava mevcut, havada hiçbir toz zerreciği yok. Bunun yanı sıra
şifayı gerçekleştiren başka etkenler de mevcut. Örn. Velicka’da yerin 226 m altında bir tuz madeninin
içinde gerçek bir hastane kurulu. Buraya yılda yaklaşık 3000 hasta gelmekte ve %97’si iyileşip
çıkmaktalar.
Bu kadar derinlerde yerin altında milyonlarca tonluk tuzun altında muazzam jeomanyetik frekans
desenleri yayınlanıyor. Bunlar da hastaların bedenleri üzerinde rezonans yaparak etki yapıyor. Biz
deney olarak farklı hastalıklara sahip kişileri madene götürdük. Örn. Ciğerlerinde rahatsızlığı olan bir
hastanın 2,5 saat sonra ciğer değerleri tamamen normale dönmüş ve 2 saat boyunca da bu şekilde
kalmıştır. Örn. Bu hastalıklı ciğerin frekansı rahatsızlığından dolayı 58 olmuş ve aslında 40 olmalı.
Böyle bir durumda bu hastayı günlerce bu madene gönderdiğimizde eninde sonunda maddesi de
enerjisine uyum sağlayarak değişecektir ve iyileşecektir. Her şey sadece zamana bağlı.
Fakat herkesin böyle bir madene gitme imkanı olmadığından bu uygulamayı evde `sole’ ile
gerçekleştirebiliriz. Bunun için gerçek doğal kristal tuza ihtiyacımız var, buna da jeolojik olarak `Hallith’
diyoruz. Hallith kelimesi de: Hall = titreşim, lith=ışık’tan kaynaklanmaktadır. Daha önce de anlatıldığı
gibi istediğiniz kadar Ca-tableti yutabilirsiniz, fakat sadece 1 havuç yemiş kadar kalsiyumu bedeninize
almamış olursunuz. Demek ki konu miktar değil, hücrelerin alabilme kapasitesiyle ilgili. Hücrelerimizin
belli açıklık ölçüleri var, biz buna tıpta semipermiyabilite diyoruz. Ve bu yüzden hücrelere 1/100.000
gr’dan daha küçük olan her şey girebilir, daha büyük olanlar dışarıda kalmak zorunda. Bu yüzden
sebze ve meyvelerin içindeki mineraller iyonal olarak bir geometriye sahip olduklarından organik
yapılarıyla hücrelerimize girebilir ve asimile edilebilirler. Fakat yapılarını bozduğumuz minerallerin
hücrelere girebilme şansları asla olamaz. Bu da mineral ihtiyacımız için kahvaltı tabağımıza çelik bir
çiviyi koymaya benzer.
Elementlerin bu şekilde hücrelerin içine girebilme durumlarına koloidal durum denir.
Doğadaki kristal tuzu endüstriyel bir şekilde çıkarma imkanımız yok, çünkü bu kristaller yıllarca basınç
altında oluşarak madenlerde damarlar içinde gelişiyor ve bunun için doğada çok bulunan kaya
tuzundan 100 kg çıkardığınızda doğal sadece 1 kg kristal tuz elde edebiliyorsunuz. Fiyatının da
yüksek olması buna bağlı.